Belli bir yaşa geldiğiniz zaman, eğer doğduğunuz yerde yaşamıyorsanız sizi o doğduğunuz yerlere, geçmişe doğru yönlendiren müthiş kuvvetli bir çekime kapılıyorsunuz. Çevremde de birçok insanın aynı çekime kapıldığına tanık oluyorum. Yaşınız ilerledikçe, doğduğunuz, büyüdüğünüz topraklara gitme, sizi siz yapan değerlerinize ve insanlara daha fazla temas etme ihtiyacı hissediyorsunuz. Antakya-Hatay da böyle bir öyküye vesile oldu benim için.
Antakya-Hatay Erol Bilecik için hayatının vazgeçilmezlerinden biri. Şehrin eşsiz atmosferinin yanı sıra orada yaşayan akrabaları, birlikte büyüdüğü insanlar ve çocukluk arkadaşları Bilecik’in hayatında büyük önem taşıyor.
Hatay’ın her şeyden önce bir medeniyetler kenti olduğunu vurgulayan Bilecik için farklı dini etnik kökenden insanları barındıran bu şehir müthiş bir barış, kardeşlik ve hoşgörü kenti. Camisiyle, kilisesiyle, havrasıyla tüm ibadetlerin yan yana, kardeşçe yapılabildiği bu şehirde her kesimden, her kültürden insana rastlamak mümkün. Üzerinden tam 13 medeniyet geçen şehrin her yanından köklü bir kültür ve tarih fışkırıyor.
Hatay denince sahip olduğu muazzam mutfağını da unutmamak gerekiyor. Özellikle meze kültürünün Antakya mutfağının en önemli unsuru olduğunu söyleyen Bilecik’in favori yiyeceği çiğ köfte. En sevdiği yemeklerden biri ise sini kebabı. Yine Hatay’daki ismiyle sarma içi, Türkiye’nin ise kısır olarak bildiği yemek de favorilerinden.
Gitmekten çok keyif aldığı mekanların başında ise Harbiye’de çağlayanların bulunduğu bölge ve mutfağını çok sevdiği şehir kulübü geliyor. Habib-i Neccar Camii'nden Titus Tüneli’ne kadar tarihi dokunun görülebildiği yerler de onun için yine bir o kadar kıymetli.