Sayın Bakanım, Sayın Valim, Değerli Belediye Başkanım, TÜRKONFED’in Değerli Başkanı, Değerli Üyeler, Saygıdeğer Basın Mensupları ve Sevgili Hataylılar, Sevgili Hemşehrilerim,
Sizi, şahsım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bugün burada, Hatay’da, evimde, sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Ev sahibimiz DASİFED’e bu güzel organizasyonla bizleri bir araya getirdiği için teşekkürlerimi sunuyorum.
Önce biraz Hatay’ımızdan söz etmek istiyorum. Hatay dendiğinde aklımıza hemen barış ve huzur gelir. Hatay, nice kültüre, inanca ve medeniyete beşiklik etmiş, özel bir şehirdir. Farklı inançtan ve mezhepten insanlar bir arada, özgürce yaşar burada.
Tadına doyulmaz lezzetler, insanların sizi hemen sarmalayan sıcaklığı, şehrin her köşesine sinmiş tarihin derin izleri ve birbirine karışan medeniyetlerin hoşgörüsüdür Hatay. Dün akşam enfes konserini dinlediğimiz Medeniyetler Korosu, bunu bizlere bir kez daha yaşattı.
Hatay, birçok farklı kültürün birbirine karıştığı, ama kimsenin kimseye karışmadığı bir yerdir. Bu şehirde künefe kokusu kebaba; baharat kokusu peynire karışır; başka da hiçbir şey, hiçbir şeye karışmaz J
Üstelik eşsiz mutfağıyla Hatay, Türkiye’de lezzetin başkentidir. Buna katılmayanlar, emin olun Hatay’a henüz gelmemişlerdir. Çünkü yolu Hatay’a düşen herkes bilir ki doğru soru “En iyi kebabı yemek için neden Hatay’a gidilmeli?” değil, “Neden şimdiye kadar gidilmedi?”ğidir J
Bütün bu güzellikleri yaşamak için bizler bugün iyi ki buradayız! Ve Hataylı sevgili dostlarım sizler, iyi ki varsınız!
Değerli Dostlar,
Madem memleketimdeyiz, o halde bugün “memleket meseleleri”ni konuşacağız.Hatay, son 10-15 yıldaki dış politika seyrimizin artı ve eksilerini en yakından hisseden kentlerimizin başında geliyor. Türkiye, 2000’lerin ilk yarısında reformlarla AB sürecinde hızla ilerledi. O yıllarda, bölgesel cazibe merkezi haline gelmemizle birlikte bölge ülkeleriyle ekonomik ve sosyal ilişkilerimiz de gelişti. Hatay ekonomisi de bundan payını aldı ve önemli atılımlara imza attı. 2004-2011 yılları arasında ihracat rakamlarının sürekli bir artış içinde olduğunu görüyoruz.
Ancak; bu dönemin ardından Türkiye’nin AB süreci tıkanmaya başladı. Arap Baharı dinamiği ise özellikle Suriye bağlamında yanlış yorumlandı. Farklı bir dış politika anlayışı, bölgedeki olumsuzluklardan minimum derecede etkilenmemizi sağlayabilirdi.
Oysa Türkiye, ideolojik yönelimli bir çizgiye girdi ve bir nevi “Orta Doğululaştı”. Bu süreçte Hatay, maalesef sığınmacıların entegrasyon çabaları, ekonomik durgunluk, sınır güvensizliği, Reyhanlı saldırısı gibi büyük terör olaylarıyla gündeme geldi. Elbette, bütün bu gelişmelerle Hatay ekonomisi geriledi.
Türkiye, yoğun sığınmacı dalgasını yönetmeye ve entegrasyona odaklanmaya çalıştı. İki büyük sınır ötesi askeri harekat gerçekleşti. Yaşananlar, AB’nin Türkiye’ye bakışını etkiledi. Türkiye, dış politikada maalesef başarısız bir tablo çizmiş oldu. Sıfır sorun politikası, sıfır komşu politikasına dönüştü. Zaman zaman kamuoyu ile de paylaştığımız üzere, ekonomide de, dış politika da biçtiğini beğenmeyen, ektiğini gözden geçirmelidir.
Bölgesel ve hatta küresel güçlerin vekalet savaşı haline gelen Suriye iç savaşı, artık sona ermeye yakın bir aşamada. Bugün, Suriye’deki rejim değişikliğine odaklı ideolojik yaklaşımın geri plana düşmesi ve önceliğin bölgesel işbirliği ile kapsayıcı bir çözüme verilmesi, umut vericidir.
Belki Cenevre ya da Astana süreçleri tek başlarına yeterli olmayacaktır. Ancak, son İstanbul zirvesinde olduğu gibi Rusya ile Batı ülkelerini bir araya getiren bir yaklaşımın başarı şansı vardır.
Bu vesileyle şunu da ifade etmek isterim ki Ortadoğu’nun bugünkü durumuna baktığımızda, başta Atamız Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyet’in kurucularının yüksek bir öngörüyle laik bir devlet yapısını tercih etmelerinin önemini bugün çok daha iyi kavrıyoruz.
Değerli Dostlar,
Yaşadığımız çerçeveye baktık. “Eğer kalıcı bir değişim yapmak istiyorsanız, çerçeveyi değil resmin kendisini değiştirin” derler. Gelin, değiştirmeden önce birlikte büyük resme bakalım.
Bugün dünya, küreselleşmenin iyi yönetilememesinden kaynaklanan bir siyasi kriz ve beraberinde de toplumlarda artan bir kutuplaşma yaşıyor. Biz, dünyada yaşanan küresel kriz dönemlerinin getirdiği tıkanıklıkları, kendi yaşadığımız tıkanıklıklar için bir mazeret olarak görmüyoruz. Çünkü “Mazeret, yetersizliğin itirafıdır”. “Bir şeyi gerçekten yapmak isteyen bir yol, istemeyen ise mazeret bulur”.
Demokrasi, hukuk devleti, kurallara dayalı piyasa ekonomisi ve sosyal kalkınma hedeflerinin başarılabilmesi ve ekonomimizde son dönemde yaşanan sorunların çözümü için Batı ve AB ile ilişkilerimize daha fazla özen göstermemiz gerekiyor. Kısaca Türkiye, yüzünü batıya dönmelidir.
Değerli Konuklar,
“Dil, ağrıyan dişe gider” misali son zamanlarda, konu hep aynı yere geliyor. Dönüp dolaşıp ekonomimizi konuşuyoruz. Çünkü, ekonomimiz de ağrı var ve ekonomideki ağrı ihmale gelmez. Ağrı, bazı şeylerin doğru gitmediği anlamında bizi uyarır.
Ekonomimiz halen ciddi zorluklar içerisinde. Sayın Cumhurbaşkanımızın da bahsettiği nakit sıkışıklığı hemen her sektörde hissediliyor. Ekonomimiz artık dış kaynağa eskisi kadar rahat ve ucuz erişemiyor. Artık krediler hem çok maliyetli, hem de kredilere ulaşmak çok zor. Tahsilatlar zorlaştı, vadeler giderek uzuyor. Art arda gelen konkordatolar, alacaklı şirketleri zor durumda bırakıyor. Şirketler arasında da maalesef güven bunalımı oluştu.
Bu sorunların çözülebilmesi ve reel sektörde kalıcı hasara yol açmaması için TÜSİAD olarak TOBB ile beraber 14 Ağustos’ta yaptığımız basın açıklamasında atılması gereken adımları 5 madde ile özetlemiştik. Bunlar:
- Daha sıkı bir para politikasına geçilmesi,
- Tasarruf tedbirlerini içeren maliye politikasının en kısa sürede açıklanması,
- Enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için bir yol haritası,
- Avrupa Birliği ile ilişkilerin yeniden olumlu çerçeveye kavuşturulması,
- ABD ve Türkiye’nin mevcut sorunların çözümü için çaba göstermeye devam etmesi.
Ağustos’tan bu yana gelinen noktada;
- Merkez Bankamız 625 baz puanlık önemli miktarda bir faiz artışı yaparak sıkı bir para politikası çerçevesine geçmiştir.
- Açıklanan YEP ile kamunun alacağı tasarruf tedbirleri açıklanmış, bütçe hedefleri yayınlanmış, mali politikanın da sıkı para politikasını destekleyeceği anlaşılmıştır.
- Enflasyonla mücadele için farkındalık yaratmak üzere Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı başlatılmıştır.
Gerek Amerika, gerek AB ile ilişkilerimizin daha olumlu bir çerçeveye oturtulması için uygun bir ortam yakalanmıştır. Bu olumlu adımların atılmasıyla finansal piyasalarımızda dalgalanma azalmış, ülke risk primi önemli ölçüde gerilemiş, kur denge değerine yakın seviyelere inmiştir. Bu adımlardan bahsederken, “kuyuyu susamadan önce kazmak gerekirdi” sözünü de hatırlatmak isterim.
Ekonominin düzelmesi sabır, inat ve irade gerektirir. Öte yandan, gerek küresel gelişmeler, gerekse içeride ülkemize özgü koşullar nedeniyle finansman maliyetlerinin bir süre daha yüksek seyretmeye devam etmesi muhtemeldir. Genel olarak dünyada artık ucuz ve bol parayla büyüme dönemi sona erdi. Bugün, dünyada böyle bir rüzgar yok. Ancak biz, rüzgar yoksa küreklere yükleneceğiz.
Bunun için Türkiye’nin bu zorlu dönemin üstesinden gelmek için yapısal sorunlara odaklanması ve hiç vakit kaybetmeden bir reform takvimi oluşturması gerekiyor. Ekonomide gürlediğiniz kadar, yağmanız lazım. Zaman artık aksiyon zamanıdır.
- Verimlilik artışlarıyla büyümenin desteklenmesi ve yatırım ortamının iyileştirilmesi için işgücü, vergi, eğitim, inovasyon ve dijitalleşme alanlarında kendimizi geliştirmeliyiz.
- Türkiye ekonomisinin dijital çağın şartlarına uygun teknolojiye, rekabet gücü yüksek sanayi ve hizmetler sektörüne ve modern bir tarım sektörüne ihtiyacı var.
“Kendini sağlam bilen hastanın tedavisi yoktur”. Ekonomimizi ayağa kaldırmak için sorunlarımızı kabul edip çaresine bakmalıyız. Kalkınmayı esas alan bir perspektifle serbest piyasa ilkelerinden taviz vermeden, ekonomimizi yeniden ayağa kaldırmamız gerekiyor.
Bunun yolu en başta şeffaf, uzlaşmacı, adil ve demokratik bir toplum olmaktır. Güçlü bir ekonominin olmazsa olmazı, güçlü bir demokrasidir. Ekonomik reformlarla eşzamanlı olarak demokratik açılımlar, ifade ve basın özgürlüğünün sağlanması ve özgürlük alanlarının genişletilmesi bu nedenle önemlidir. Ekonomisi ve demokrasisi güçlü bir ülke olmak, şüphesiz hepimizin ortak vizyonudur ve hızla hayata geçirilmelidir. Çünkü, Edison’un sözleriyle “Hayata geçmeyen vizyon, halüsinasyondur.”
Değerli Dostlar,
Ülkemizin bilimsel, toplumsal, ekonomik ve demokratik alanda en gelişmiş seviyeye ulaşmasının taşıyıcı gücü, nitelikli eğitimdir.
“Daha iyi olmaya çalışmayan, iyi olarak da kalamaz”. İnsanımızın yetkinliğini bilimsel temelli bir eğitimle artırmalıyız. Gençlerimizi 21. yüzyıl becerileriyle donatmak, analitik, özgür ve yaratıcı düşünme başta olmak üzere, bilgi çağının gerektirdiği becerileri önceliklendirmek, bizi bambaşka bir noktaya taşıyabilir. Çağdaş bir eğitimle, güçlü bir gelecek hayal değil. Çünkü eğitim, insanları değiştirir; insanlar da dünyayı.
Değerli Konuklar,
Bu noktada bir miktar toplumsal cinsiyet eşitliğine değinmek isterim. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının zeminini, Cumhuriyet devrimleri oluşturur. Bu reformların temelinde ise kadınların kamusal alana girmeleri ve erkeklerle birlikte kalkınma sürecine katılmaları yer alır. Dünyanın büyük ekonomilerinden biri olmayı hedefleyen Türkiye’nin, kadınları dahil etmeden bunu gerçekleştirmesi mümkün değildir. Çünkü; her zaman vurguladığımız gibi “Tek kanatla geleceğe uçamayız!”
Değerli Konuklar,
Dedik ki, nereye gidersek gidelim konu dönüp dolaşıp ekonomiye geliyor. Bir konu daha var, neredeyse ekonomiyle yarışıyor: Dijital dönüşüm! Evet, dijital dönüşüm hem ülkemizde, hem de tüm dünyada son zamanların en çok konuşulan konularından biri.
“Bir yerde en çok ne konuşuluyorsa, orada o yoktur” derler. Bunu doğrularcasına, Türkiye’de dijital dönüşüm çok konuşulmasına rağmen, bu konuda henüz yolun çok başında olduğumuzu söyleyebiliriz.
Eski bir söze göre “Taç kimdeyse güç ondadır”. Bugünün tacı, teknolojidir. Bu nedenle, geleceğin güçlü ülkeleri arasında yer almak için, dijital dönüşümü yakalamalıyız. Dünyada teknoloji alanında ciddi bir rekabet var. Böyle bir çağda, Türkiye olarak değişimin dışında kalmak gibi bir seçeneğimiz elbette yok.
Bizim de diğer ülkeler gibi, önümüzdeki döneme yönelik kalkınma modelimizin merkezine dijital dönüşümü almamız gerekiyor. Teknoloji ve inovasyonun sağlayacağı avantajlarla rakiplerimizle aynı kulvarda ve hızla koşmalıyız. Çünkü hepimiz biliyoruz ki daha hızlı koşan, kazanır.
Değerli Konuklar,
Türkiye bitki, toprak, iklim ve su kaynakları açısından dünya coğrafyasında önemli bir konumdadır. Hatay’ın da tarımda Türkiye'nin önemli merkezlerinden biri olması nedeniyle, kısa da olsa tarım sektörünü değerlendirmek isterim.
- Ülkemizde yıllardır birçok yapısal sorunla mücadele eden tarım sektörünün istihdamdaki payı %20 iken, ekonomideki payı yalnızca %7’dir.
- Düşük katma değer ve verimlilik, dünya piyasalarından yalıtım, iklim değişikliği yaşanan yapısal sorunlardan yalnızca birkaçı.
Tüm bu sorunlara rağmen tarım gerek ekonomik, gerek sosyo-politik olarak ülkemizde halen çok önemli bir konumda. Tarım sektörünün gelişmiş ülkelerdeki gibi yüksek verim sağlaması için Türkiye’nin kat etmesi gereken çok yol var:
- Ar-Ge yatırımlarına ağırlık verilmesi,
- Kırsal kalkınma ve tarımsal örgütlenmeye özel önem atfedilmesi,
- Sektörle ilgili kurum ve kuruluşlar arası etkin koordinasyonun sağlanması,
- Tarımsal destek ve teşviklerin etkili dağıtımının sağlanması, bu uzun yolda atılacak en önemli adımlar.
Biz de TÜSİAD olarak “ekonomiye umut sofradan, can topraktan gelir” sloganımızla tarım sektörünün sürdürülebilirliğinin sağlanması için çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz.
Değerli Konuklar,
Hem ülkemiz, hem de Hatay için çok önemli gördüğümüz bir diğer sektör ise turizmdir. Türkiye’de turizm sektörü;
- İhracat girdisinin %21,9’unu, toplam istihdamın %4,5’ini ve dış ticaret açığının %49’unu karşılıyor.
Turizm sektörü 2016-2017 yılları arasında bir daralma sürecine girmiş olsa da, eski gücünü toparlıyor. Turizm çeşitliliği, şu an üzerinde çalıştığımız konulardan biri. Ülkemiz, uygun coğrafi koşulları, dört mevsimi aynı anda yaşaması, gelişmiş hizmet sektörü, kültürel ve tarihi zenginliği ile dünya ile rekabet edebilecek güçtedir.
Kültür, yat, spor, sağlık, konferans turizmleri ve gastroturizm ülkemiz için son derece değerli olabilecek turizm çeşitleri. Bu konuda, özellikle kültür turizmi ve gastroturizm alanında Türkiye için çok önemli bir destinasyon olan memleketim Hatay’ın başarısından ayrıca bahsetmek isterim.
Hatay ve Hatay mutfağı yaklaşık 20 yıllık bir uğraşın ardından geçen sene UNESCO tarafından gastronomi alanında “Yaratıcı Şehirler Ağı”na kabul edildi. Kentimiz, aynı zamanda EXPO 2021’e ev sahipliği yapacak. Bu başarılarda emeği geçen herkesi gönülden kutluyorum.
Hatay, farklı medeniyet ve kültürler uyum içinde bir araya geldiği zaman, ortaya ne güzel zenginliklerin çıktığının kanıtıdır. Toplum olarak da farklılıklarımızın aslında hazinemiz olduğunu görüp, hedeflerimiz için birlik olursak, onlara çok daha çabuk ulaşırız. Unutmayalım ki bu ülke hepimizin. Birleşirsek kazanırız, bölünürsek kaybederiz.
Değerli Dostlar,
Türkiye’nin geleceği, hepimizin sorumluluğundadır. Atamız “Hatay benim şahsi meselemdir” demiş. Türkiye’nin hayal ettiğimiz yarınlarına ulaşması için, Atamızın ilkelerinin izinde yürümek, hepimizin şahsi meselesi olmalıdır. O’na inanan ve O’nun gösterdiği yolda ilerleyen kişiler olduğu sürece, Türkiye mutlu ve güçlü yarınlara doğru yürümeye devam edecektir!
Bu güzel organizasyon için TÜRKONFED’e ve ev sahipliği için DASİFED’e teşekkür ediyorum. Medeniyetler şehri Hatay’dan yayılan barış ve huzurun tüm dünyayı saracağı, güzel günlerin çoğalacağı bir Türkiye ve dünya umuduyla hepinizi bir kez daha TÜSİAD Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum.
Sevgiyle kalın!