Erol Bilecik


İşlem Durum Simge - Process Status Icon
Popup Close
Erol Bilecik
Erol Bilecik Biyografi

TÜSİAD

Konuşmalarım


Maliye Hesap Uzmanları Vakfı “Yeni Gelişmeler Işığında Türkiye Ekonomisi” Açılış Konuşması , 27.06.2017





Sayın Bakanım,

Değerli Konuklar,

Sizleri şahsım ve TÜSİAD YK adına saygıyla selamlıyor, bu değerli etkinlikte bulunmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Vakıf Başkanı ve TÜSİAD üyemiz Sn. Ahmet Eren’e nazik davetleri için teşekkürlerimi sunuyorum.

Bugünkü panelde “Yeni Gelişmeler”i ve Türkiye ekonomisini konuşacağız. “Yeni Gelişmeler” denildiğinde akla;

  • Hem küresel ölçekte yaşanan siyasi değişimler, toplumsal tepkiler ve radikal eğilimler;
  • Hem de Türkiye’de son dönemde yaşadığımız hain darbe girişimi, terör saldırıları ve 3 yıldır arka arkaya yaşadığımız seçimler geliyor.

İşte bugün gündemimiz; tüm bu küresel ve yerel gelişmelerin, ekonomi üzerinde yarattığı etkiler ve bundan sonrası için oluşan beklentilerin ne olduğudur.

Biliyorsunuz küresel kriz sonrası dünya ekonomisinin toparlanması, oldukça uzun sürdü. İlk başta küreselleşmenin getirdiği refah artışının süreceği ve dünya ticaretinin, eski baş döndürücü hızına geri döneceği sanılmıştı.

Zaman ilerledikçe gelişmiş ülkelerdeki yapısal sorunların sanılanın aksine çok daha derin olduğu anlaşıldı. Bu sorunların kısa vadede çözülememesi ve talep eksikliği, Çin başta olmak üzere pek çok gelişmekte olan ülkede de yavaşlamaya ve atıl kapasite sorununa yol açtı.

Hatırlarsınız, Türkiye krizin hemen sonrasında 2010-2011 yıllarında %11 civarında çok yüksek büyüme hızlarına erişmişti. Bu büyümenin iki ana faktörü vardı;

  • Biri kriz nedeniyle azalan finansman maliyetleri,
  • Diğeri ise hızlı büyümenin devam edeceği beklentisiyle yıllık %30’lara varan oranlarda artan yatırımlar.

Kısacası ucuz ve bol finansman ile oldukça bol miktarda yatırım yapıldı ancak küresel talep beklentiyi karşılamayınca hem yatırım oranları düştü hem de bu kapasiteyi iç talep ile karşılamaya çalışmak zorunda kalındı.

Değerli Konuklar,

Uzmanların da dile getirdiği üzere, büyümeyi son 4-5 yıldır tüketim ve kamu harcamaları sürüklüyor. Yatırımlar ve ihracat uzun bir süre zayıf seyretti. Nitekim, 2012-2016 döneminde ortalama büyüme hızımız %5,3’e geriledi. Bu dönemde yavaşlamanın yanında büyümenin kalitesi de endişe verici oldu.

Çünkü; ucuz finansmanın desteklediği iç taleple büyüme modeli çok ciddi finansal riskler biriktirmemize neden oldu. Döviz cinsinden borcumuz artarken, bankacılık sisteminde kredilerin mevduata oranı %120’lere ulaştı. Diğer bir deyişle, artık mevduatlar kredi büyümesini yeterince desteklemediği için yurt dışından önemli ölçüde borçlanma yapmak zorunda kalındı.

Yine bu dönemde, küresel olumsuzluklarla birlikte, Suriye’deki savaş tüm bölgeyi sarstı. Küresel kriz öncesi yeşeren ve bölge ekonomisine de önemli katkı sağlayan ticaret giderek azaldı. Göç sorunu ve terör saldırıları Türkiye ve AB’de önemli dalgalanmalara sebep oldu.

Arka arkaya yaşanan seçimler ve hain darbe girişimi de haliyle gündemimizi ekonomiden uzaklaştırdı. Tüm bu faktörlerin ekonomik yavaşlamada payı olduğu açık.

Nitekim, turizm ve perakende sektörlerimiz hala zorluk çekiyor. Güneydoğu Anadolu bölgemizde ise işsizlik oranı yer yer %30’lara ulaşmış durumda. Tüm bu gelişmelere rağmen ekonomimizin ciddi bir krize girmemiş olmasının bir başarı olduğunun da altını çizmek isterim.

Şimdi, önümüzde yepyeni bir dönem var. Daha güçlü ve müreffeh bir Türkiye hedefimizi gerçekleştirmek için bize yeni fırsatlar sunan bir döneme giriyoruz.

Hem Türkiye hem de dünyada siyasi yapılar değişiyor ve dengeler yeniden kuruluyor.

  • Bu yıl Avrupa’da adeta seçimler yılı,
  • Hollanda ve Fransa seçimlerinde radikallerin başarılı olamaması, küreselleşme ve liberal değerler açısından yeni bir umut yarattı,
  • İngiltere’nin AB’den çıkma kararı ile başlayan AB’nin yeniden yapılandırılması süreci de, yeni ve daha dengeli bir AB modeli için umut veriyor.
  • Ülkeler arası farklılıkları daha fazla dikkate alacak çok vitesli/ çok çemberli modelde Türkiye’nin de kendisine yeni bir yer edinmesi ve Avrupa ile daha iyi entegre olmuş bir modele yönelmesi artık mümkün.
  • Gümrük Birliği’nin modernizasyonu müzakerelerinin de bu bağlamda değerlendirilerek bir an önce başlatılmasını ümit ediyoruz.

AB ve Türkiye; Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin kendi ekonomilerine etkilerini ölçen analizler yaptırdı. Burada da görülüyor ki tarım, hizmetler ve kamu alımlarını kapsayan ve diğer ülkelerle daha fazla STA yapılan en derin anlaşma senaryosu her iki taraf için de en çok katma değer yaratacak model.

Türkiye’nin yaptığı etki analizine göre bu en kapsamlı model hayata geçtiği takdirde GSYİH’mız %1,9 artacak, AB ülkelerine ihracatımız %24, toplam ihracatımız ise %15 oranında artış gösterecek, tüketici fiyatları %1,5 azalırken hane halkı tüketimi %1,6 artacak. Bunun neticesinde ise tüketici refahı elbette olumlu etkilenecek.

  • Önümüzde Brexit süreci varken bu konu daha da önem kazanmış durumda. AB, İngiltere ile yeni bir ticaret anlaşması müzakere ederken Türkiye’nin önceliklerinin de dikkate alınması ve yılda 17 milyar dolara varan ticaretimizin aksamaması için gerekli önlemlerin alınması gerekiyor.
  • Öte yandan, ABD yeni yönetimiyle dünyada yeni politikalar ve ticari ilişkiler kurmaya çalışıyor. Her ne kadar Trans-Pasifik ve Trans-Atlantik ticaret antlaşmaları rafa kalkmış görünse de ikili anlaşmalar ve AB ile ilişkiler mutlaka yeni yönetimin gündeminde kalmaya devam edecek.

Türkiye, bu yeni küresel dengeler içerisinde konumunu güçlendirmeli, ticari ilişkilerini en üst düzeye çıkarmalı ve dünya ekonomisinden aldığı payı artırmalıdır. Bunun için uluslararası alanda itibarımızı ve “Türkiye” markasına yönelik algıyı güçlendirmek zorundayız.

Sonuçta; hayatın her alanında olduğu gibi, iyi ticaret de ancak iyi ilişkiler ile mümkün. Ne ihracat pazarımızın hemen hemen yarısını oluşturan AB ile ilişkilerimizi ihmal edebiliriz, ne de dünyanın gelişmekte olan Afrika, Asya gibi yeni coğrafyalarını. Bu bölgeler, çeşitli gelir seviyeleri ve farklı ürünlere olan talepleri ile ülkemiz ekonomisi için birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısıdır.

Bir yandan yeni dünya düzeni içerisinde yerimizi sağlamlaştırırken, diğer yandan da içeride istikrarlı, öngörülebilir ve rekabet gücü yüksek bir ekonomi atmosferi yaratmalıyız. Bugün özellikle kur etkisiyle %12’ye çıkan enflasyon oranıyla yaşıyoruz. Yüksek enflasyon, TL cinsinden finansman imkanlarını kısıtlıyor. Yurt dışında gelişmiş ülkelerde büyümenin geri dönmesiyle döviz cinsinden finansman maliyetleri de yükseliyor.

Bu koşulların iş dünyasını ne kadar zorladığı malumunuz. Bunun yolunun sıkı bir para politikasından geçtiğini biliyoruz. Merkez Bankası’nın kalkınmayı ya da büyümeyi desteklemesi bekleniyorsa bunu yapmasının yolu piyasaya fazla likidite sunarak fiyatları şişirmesi değil, tersine fiyat istikrarını sağlayarak öngörülebilirliği artırmasıdır.

Düzenleyici ve denetleyici kurumlar ekonomide istikrarın temel taşlarıdır. Bu kurumların faaliyetleri büyümeyi geçici olarak artırmak için birer araç olarak görülmemelidirler.

Rekabet gücümüzü artırmaya gelince, biliyorsunuz TÜSİAD’ın bu konuda pek çok rapor, öneri ve söylemi mevcut. Yapısal reform ifadesini o kadar çok kullandık ki belki duymaktan siz, söylemekten biz bile yorulduk. Katma değeri yüksek, inovasyon ve Ar-Ge ile desteklenen, dijital dünya ile entegre bir üretim modeline ihtiyacımız var. Burada, tek tek bunun gereği olan reform beklentilerimizden söz etmeyeceğim. Yalnızca son zamanlarda artan oranda şahit olduğumuz bir iki soruna dikkatinizi çekmek istiyorum.

Türkiye’de işgücünün ortalama eğitim seviyesi 8 yıl gibi oldukça düşük bir seviyede olsa da, iş dünyası olarak iyi yetişmiş ve nitelikli çalışanlarımızın da olduğunu, pek çok gelişmekte olan ülkeye kıyasla bu açıdan bir takım üstünlüklerimizin olduğunu biliyoruz.

Ancak son yıllarda bu nitelikli işgücünün kaynağı olan başarılı gençlerimizin çoğunlukla eğitimlerinden sonra Türkiye’ye dönmek yerine yurt dışında çalışmayı tercih ettiğini görüyoruz. Hatta yüksek nitelikli çalışanlarımızın bir kısmı da aileleriyle beraber yurt dışında yaşamayı tercih etmeye başladı. Bu sayılar önemli yüzdeler teşkil etmese de kalitatif açıdan bakıldığında önemli kayıplar olduğunu söyleyebiliriz.

Değerli Konuklar,

Gençlerimizin geleceklerini Türkiye’de tasarlamaları için onlara kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ve yaratıcılıklarını özgürce kullanacakları ortamları sağlamamız gerekiyor.

Y ve Z kuşaklarının en aktif olduğu alanın internet ve hatta sosyal medya olduğu günümüzde, bu alanlara getirilen ve önlenmek istenen suçla orantılı olmayan kısıtlamalar, çok eleştiri alıyor!

Siber suçlarla mücadele ve veri güvenliği bugün tüm dünyanın gündeminde ve biliyoruz ki çözümler kolay değil. Hatta bu alanlardaki düzenleme ve denetleme mevzuatları da henüz hiçbir ülkede tam anlamıyla olgunlaşmış değil. Ancak gerek bireylerin gereksinimleri gerekse iş dünyasının ve iş yapmanın artık vazgeçilmez bir parçası olan dijital dünya ile daha iyi entegre olmak zorundayız.

Güvenlik kaygıları ile birlikte bu entegrasyonun getirdiği faydaların da iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Yeni dünya ekonomisinde ve küresel ticarette dijitalleşmeden var olmak mümkün olmayacak. Birçok sektörü yatay kesen dijitalleşmenin çeşitli yönlerinin, farklı bakanlıkların faaliyet alanına girdiği hepinizin malumu.

Bu nedenle, kamuda koordinasyonu en etkili şekilde yaparken özel sektör ile STK katılımcılığını da teşvik edecek bir kurul veya yapının geliştirilmesini önemsiyoruz. Bu yönde TÜSİAD olarak her türlü çalışma ve desteği memnuniyetle sunacağımızı ifade etmek isterim.

Değerli Konuklar,

Son olarak; ekonomiden hiçbir koşulda ayrı düşünemeyeceğimiz demokratik değerlerden de kısaca bahsetmek istiyorum. Hep yeni atılım döneminden ve yeni ekonomik yaklaşımlardan bahsediyoruz.

Ancak hiçbir ekonomik kazanımın demokraside ilerleme sağlanmadan kalıcı ve sürdürülebilir olamayacağını biliyoruz. Hukuk, demokrasi ve özgürlükler toplumu olmadan; katma değer ve istihdam yaratmaktan, nitelikli yatırım çekmekten veya etkin girişimlerin yeşerdiği ülke olmaktan bahsetmemiz ne yazık ki mümkün değil. Bu alanda yapılacak her iyileştirmenin hem yurtiçinde hem de yurtdışında yatırımcılar tarafından olumlu karşılanacağının bir kez daha altını çizmek isterim.

Türkiye’de olağan dışı olaylar yaşadığımız ve ciddi güvenlik tehditleri altında kaldığımız açıktır. Ancak iş dünyasının normalleşme ihtiyacı aradan geçen 10 ay içerisinde gittikçe artmıştır.

Bizler her gün iş yapmaya çalışırken yurt dışı paydaşlarımızdan;

  • OHAL koşulları devam ettiği müddetçe Türkiye’ye gelemeyecekleri,
  • OHAL son ermeden sözleşme imzalamalarının kurum içi mevzuatları gereği mümkün olmadığı,
  • OHAL süresince seyahat ve sağlık sigortası yapamadıkları gibi şikayetlerle karşı karşıya kalıyoruz.
  • Ülkemizde OHAL süreci devam ettiği için tedarik zincirlerimizin güvenliği dahi sorgulanır hale gelmiş durumdadır.

Bunlar maalesef uluslararası arenadaki algının buradakinden ne kadar farklı olduğunu gösteriyor.

Değerli Konuklar,

Ekonomide yeni bir döneme girecek ve yeni bir atılım sağlayacağımıza inanıyorum. Bunu hep beraber çok çalışıp, dış dünya ile ilişkilerimizi iyileştirerek, aynı zamanda içeride rekabet gücümüzü artırıcı reformları yapıp öngörülebilir bir yatırım ortamı sağlayarak yapacağız.

TÜSİAD olarak ülkemizin ve ekonomimizin potansiyeline her zaman güvendik. Türkiye’nin çok daha güçlü ve büyük bir ekonomi olması için, hiçbir engel olmadığı gibi, önümüzde pek çok fırsatların olduğunu görüyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyor, beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum






Longplay Dijital Ajans Hizmetleri