Erol Bilecik


İşlem Durum Simge - Process Status Icon
Popup Close
Erol Bilecik
Erol Bilecik Biyografi

TÜSİAD

Konuşmalarım


Institut du Bosphore Gala Yemeği, 27.11.2018





Sayın Bakanım, Sayın Büyükelçiler, Sayın Başkanlar, Değerli Konuklar,

Sizi, şahsım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Institut du Bosphore’un bu yıl dokuzuncusu düzenlenen seminerinin gala yemeğine hoşgeldiniz.

Institut du Bosphore, TÜSİAD’ın sadece ülke sorunlarına değil, aynı zamanda gelecekte içinde yer almayı hedeflediğimiz Avrupa Birliği’ni ve hatta tüm dünyayı ilgilendiren konulara odaklı çalışma iradesi sonucunda kuruldu. ”İnsanlığa yapılabilecek en iyi nasihat, onlara uyabilecekleri güzel bir örnek olmaktır.” Bu değerli kuruluş, faaliyetleriyle diğer ülkelerle olan girişimlerimize de örnek oldu.

Bu vesileyle bu yıl da çok değerli desteğini esirgemeyip Gala yemeğine bu olağanüstü zarif sarayda ev sahipliği yapan kıymetli Fransa Büyükelçisi Sayın Charles Fries’a şahsım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Değerli Konuklar,

“Eğer geleceğiniz hakkında düşünmezseniz, bir geleceğiniz olamaz.”

Bugün, Türkiye’nin ve AB’nin geleceği hakkında hep birlikte düşünmemiz gerekiyor. TÜSİAD olarak Türkiye’nin AB üyeliği, bizim için vazgeçilmez bir hedeftir. Şurası kesin ki Türkiye’nin AB üyelik süreci, modernleşme sürecimizin doğal bir sonucudur. Bu süreçte, toplumumuzun siyasal, ekonomik ve sosyal standartları yükselmiştir.

AB üyesi olmakla hedefimiz; Kurallara dayalı liberal demokratik bir düzen, Öngörülebilir bir hukuk zemini, İstikrarlı ve açık bir piyasa ekonomisi, Sosyal refah ve maceracı olmayan bir dış politikadır. “Amacı kesinleştirmek, her başarının başlangıç noktasıdır.” Bizim amacımız bunlardır. Emin olun, “Yönümüzü değiştirmezsek hedeflediğimiz yere varabiliriz.”

Değerli Konuklar,

AB üyeliği, küreselleşme sürecinde bölgesel bir cazibe merkezi olarak diğer ülkelerle sağlıklı ilişkiler kurmamız için müthiş bir fırsattır. AB üyesi bir Türkiye, elbette Avrupa Birliği için de çok değerli bir fırsattır. AB açısından bakıldığında, Türkiye’nin birliğe katılması, AB’nin etki alanının ve dönüştürücü gücünün dünya haritasında genişlemesi demektir. Türkiye’nin AB üyeliği, tam anlamıyla bir kazan-kazan durumudur.

Türkiye’nin AB’ye katılım süreci, özellikle 90’lı yıllardaki gümrük birliği ve ardından gelen tam üyelik müzakereleri çerçevesinde sınandı. Bu süreçte yıllardır tabu haline gelmiş birçok köklü sorunumuzu bütünüyle çözemesek de daha rahat tartışır hale geldik. Ancak, gerek Kıbrıs’ta çözümün Güney Kıbrıs tarafından referandumda reddedilmesi sonrası yaşananlar, gerek önde gelen bazı güçlü üye ülkelerin siyasi liderlerinin Türkiye’nin üyeliğine kategorik olarak karşı çıkması ve yıkıcı tavırları müzakere sürecini tıkadı.

Bu ters dalgayla birlikte, Türkiye demokrasi ve hukuk devleti alanlarında önce duraklamaya, sonra da gerilemeye başladı. Oysa, yavaş bile olsa bu alanlarda daima kararlılıkla ileriye gitmeliyiz. Çünkü “Dikkate alınması gereken adımların büyüklüğü değil, hangi yönde olduğudur.”

Değerli Konuklar,

Türk iş dünyası olarak tüm bu yaşananlarla ilgili görüşlerimizi daima açık bir şekilde paylaştık. Birkaç yıl öncesine kadar Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun şahsında Türkiye, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin başkanlığını yürütmüştür. Bugün ülkemizin, AKPM denetim mekanizmasında tutulması, üzücü ve düşündürücüdür.

Geldiğimiz noktada şunu açıkça söylememiz gerekir: Bu duruma yol açan hiçbir antidemokratik düzenleme ve uygulama, Türkiye’nin tarihsel birikimi, toplumsal çoğulculuğu, gelişmişlik düzeyi ve olgunluğuyla uyumlu değildir.

Ülkemizin tarihsel modernleşme süreciyle çelişen bu olumsuz eğilimden ne Türkiye’nin, ne de AB’nin bir çıkarı bulunmaktadır. Her iki tarafın da aleyhine olan bu yaklaşım, AB tarihinin en yanlış politika örneklerinden biri olarak karşımızda. “Hatanın en büyüğü, hatayı bilip de onu düzeltmenin çaresine başvurmamaktır.” Bir an evvel bu hatanın düzeltilmesi gerekiyor.

Değerli Konuklar,

“Ders alınmazsa, her hata bir sonraki hatayı doğurur.” Hiçbir tarafa faydası olmayan bu yanlış politikayı takiben, bugün daha da yanlış bir eğilim gündemde. AB müzakere sürecinin resmen sonlandırılması önerisiyle karşı karşıyayız. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili rapor taslağı aynen kabul görür ve Konsey bunu onaylarsa, Türkiye-AB ilişkilerinde ciddi bir gerileme gerçekleşecek. Bu, şüphesiz tarihi bir hata olur.

Türkiye-AB ilişkilerinin kurumsal çerçevesi olarak, tüm politika alanlarını kapsayan katılım perspektifi korunmalıdır. Ayrıca, bugün artık ekonomik ve teknolojik gelişmeler sonucunda güncelliğini kaybetmiş gümrük birliğinin tarım, hizmetler, dijital tek pazar ve kamu alanlarına genişletilmesi ve karar asimetrilerinin mümkün olduğunca düzeltilmesi gündeme alınmalıdır.

Bunun yanında, yine eksik olan anlaşmazlıkların çözüm mekanizmasının oluşturulmasının da Avrupalı ve Fransız iş dünyası muhataplarımız açısından ne kadar yararlı olacağını aktarmaya gerek yok. Bu güncelleme sürecini bloke edip, gümrük birliğinin mevcut halini bile riske atacak bir karar, hepimize ağır bir darbe olacaktır.

Katılım müzakereleri resmen sonlandırıldığı takdirde, üyeliğe karşı her iki taraftan da ne kadar temelsiz olduklarına bakılmaksızın çeşitli ekonomik, kurumsal, ideolojik hatta jeopolitik alternatif öneriler gündeme getirilecek. Bu alanlarda önceden iyi planlanmamış alternatif önerilerin nelere yol açtığını görmek isteyenler, Brexit sürecinin yarattığı komplikasyonlara bakabilirler. “Akıllı insanlar, başkalarının hatalarından ders alırlar”.

Değerli Konuklar,

Avrupa Parlamentosu kararları bağlayıcı olmamakla birlikte, siyaseten yön verici eğilimleri gösterir. Hepimiz 2004 yılındaki AP salonunda Türkiye oylaması sırasında çekilen, “Evet”in farklı dillerde yazıldığı pankartların fotoğraflarını ve sonrasında pozitif yöndeki Konsey ve Komisyon kararlarını hatırlıyoruz.

Türkiye-AB ilişkileri küresel bir sorun olan ve AB içinde de giderek güçlenen aşırı sağ popülizmin yükselişine kurban edilemez. Türkiye’ye kapıların kapatılması, AB bünyesinde yabancı düşmanı eğilimlerini yatıştırmaz. Aksine bu karar, başta mülteci sorunu olmak üzere tetikleyebileceği sosyal ve jeopolitik dalgalarla yabancı karşıtlığını daha da alevlendirir.

Ülkemiz için ise böyle bir gelişme, hiç hak etmediğimiz bir netice olur. Bu, sadece Türkiye’de demokrasiyi daha da geriletmek isteyen kesimlerin işine gelir. Kurallara dayalı liberal demokratik bir düzenin parçası olmak için mücadele edenlere ağır bir ceza olur. AB’ye katılım sürecinde dönem dönem duraklamalar olsa da, Türkiye’nin gideceği yön, batıdır. Ve emin olun “Gideceğiniz yönü bilmek, hızdan daha önemlidir.”

Değerli Konuklar,

2018 yılı  Türkiye-Fransa arasındaki kültürel iletişimin en güzide ve tarihsel örneklerinden biri olan Galatasaray Lisesi’nin modern standartlarda kuruluşunun 150. yıldönümü. Ne yazık ki Başkan Macron’un bu yıl Türkiye’ye resmi ziyareti gerçekleşmedi. Olası bir Türkiye ziyaretinde uygun bir zamanlama olduğu takdirde Cumhurbaşkanı Macron’un da bu değerli kuruma bir ziyarette bulunması çok yararlı olacaktır.

Fransa, Türkiye’nin Osmanlı geçmişinde diplomatik ilişkiye girdiği ilk Batılı ülkelerden biridir. Bunun ötesinde Fransa, geliştirdiği laik sistemle ülkemizin modern çağdaki yönetim, hukuk, eğitim ve benzeri birçok alandaki kurumsal reformlarının temel modelini oluşturmuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin bugün AB üyelik süreciyle devam eden modernleşme tarihinin Avrupa’daki temel esin kaynağıdır. Institut du Bosphore’un bugün ve yarınki etkinliğinin bu konuda kamuoyu duyarlılığını genişleteceğine inanıyorum.

Değerli Konuklar,

Mevlana “Maksadın yüceliği, yolun sıkıntısından belli olur.” demiş.

AB yolculuğumuz, inişli-çıkışlı dönemlere sahip olsa da hukuk, insan hakları, özgürlükler ve demokrasi alanlarında gelişmiş bir Türkiye hedefimiz için bu yolda kararlılıkla yürünmelidir.

Daha güçlü ve daha refah bir Türkiye ve dünya temennisiyle hepinizi bir kez daha TÜSİAD Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. Sevgiyle kalın!






Longplay Dijital Ajans Hizmetleri