Erol Bilecik


İşlem Durum Simge - Process Status Icon
Popup Close
Erol Bilecik
Erol Bilecik Biyografi

TÜSİAD

Konuşmalarım


1907 Fenerbahçe Derneği "Nasıl bir gelecek? Nasıl bir Türkiye hayali?", 21.02.2018





Değerli Başkan, Değerli Yönetim Kurulu Üyeleri, Değerli Üyeler, Sevgili Dostlar,

Sizi, şahsım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bu güzel akşamda, renklerine doğduğum günden bu yana gönül verdiğim Fenerbahçeli siz sevgili dostlarla birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

Yılın henüz başındayken 2018’in ülkemiz, insanımız, spor camiamız ve tabii ki Fenerbahçe’miz için mutlu ve huzurlu bir yıl olmasını diliyorum.

Sevgili Fenerbahçeli Dostlar,

Fenerbahçe’nin tarihi, adeta ülkemizin tarihidir. Ne tarihimiz bir asrı geride bırakmaktan ibarettir, ne de büyüklüğümüz kupalarımızdan! Fenerbahçe’miz “evin içinden, aileden” olması nedeniyle çok sevilir ve çok desteklenir. Kısaca Türkiye’nin tadı tuzudur.

TÜSİAD Başkanı olarak, Fenerbahçe’nin ülke ekonomisi üzerindeki etkisine de değinmezsem olmaz, değil mi?  Bakın, Türk ekonomisi üzerindeki etkisi en büyük olan takımdır Fenerbahçe. İlginçtir, Fenerbahçe’yi tutmasa bile Türkiye’deki tüm esnaf Fenerbahçe'nin kazanmasını ister. Zira, Fenerbahçe'nin kaybettiği maçtan sonraki hafta her yerde "işler düşer”. Çünkü, Fenerbahçe Türkiye’de en çok taraftara sahiptir ve Fenerbahçe sevinince, Türkiye sevinir. Maçı kazanırsa Türkiye ekonomisi ivme kazanır. Fenerbahçe 6 atar, ülkenin 6 üstüne gelir. Sonuç olarak Fenerbahçe tam anlamıyla bu toprakların hislerinin hayata geçmiş halidir.

Değerli Fenerbahçeliler,

Fenerbahçe olarak tarihimiz,

  • Ulusal bağımsızlık mücadelesine ve başta Atatürk olmak üzere onun tüm liderlerine ve düşüncelerine sıkı sıkıya bağlılığı,
  • Vatanın bölünmez bütünlüğünü her zaman ve her yerde savunmayı,
  • Cumhuriyet’e ve onun kurum ve değerlerine tavizsiz bağlı olmayı yazar.

Bu değerler, bizim varlık sebebimizdir. Bu vesile ile asırlık tarihimiz ve o tarihi yazan nesillerle duyduğumuz gururu paylaşıyor ve onları saygıyla anıyoruz. Sarı lacivert ömürlere sahip sevgili Dostlar, Tribünlerimizin sesi ile “Kazansak da, kaybetsek de…”

Evet, Değerli Dostlar,

İnsanın hayatı, insanın hayalidir. Bugün, "Nasıl bir gelecek? Nasıl bir Türkiye hayali?" üzerine konuşalım istiyorum. Bu yapacağımız keyifli sohbette, sizleri bu güzel ülke adına biraz hayal kurmaya davet ediyorum.

Hayalin başladığı yerde inanın zafer için geri sayım da başlar. Türkiye’yi daha mutlu bir hale getirmek için hayal etmek zorundayız. Zira bizlerin, bu ülkenin geleceği için “hayal etme sorumluluğu”muz var. Hiç kimsenin hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine inanmak kolaydır. Ama doğrusu, insanlar dünyayı değiştirirler. İnsanlar, geleceği şekillendirirler. Bunu da, her şeyin farklı olabileceğine inanarak ve hayal ederek yaparlar.

Dünyayı değiştiren bir lider olan Atatürk, nasıl bir Türkiye hayal etti, gelin hatırlayalım.

  • Atatürk, yıkılmış, harabeye çevrilmiş topraklar üstünde sonsuza dek yaşayacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini attı. Türkiye Cumhuriyeti, sadece 10 yıl gibi kısa bir zaman içinde hızla gelişti ve dünyada saygınlık kazandı. O’nun bir hayali vardı: Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak!

Atatürk bize, çalışıldığı zaman, neler yapılabileceğini gösterdi. “Olmaz” denilen işlerin nasıl olabileceğini kanıtladı. Bugün bizim hayalimiz, O’nun yaptıklarının devamını hayata geçirmektir. Şimdi size soruyorum: Siz, nasıl bir gelecek, nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz?  Mesela, 10 sene üst üste kupalarla stadımızda tur attığımız bir Türkiye hayali olabilir. Ne de olsa Fenerbahçeliyiz ve hayallerimizin izindeyiz J

Değerli Dostlar,

Issız bir adada yaşasaydık, dünyanın diğer yerlerinde meydana gelen gelişmeler bizi belki ‘teğet geçerdi’. Ama durum böyle değil. Artık “oralarda” olan her şey “buralar”ı da doğrudan ve fazlasıyla etkiliyor. Gelin, Türkiye küresel gelişmelerden nasıl etkileniyor, bir miktar buna değinelim.

Bilirsiniz, belirsizlikler ekonomi için iyi değildir. İstikrar, ekonomi için içeride ne kadar önemliyse, dış ilişkilerimizde de o kadar önemlidir. Geçen yılın son günlerinde, malumunuz, en büyük ticaret ortaklarımızla ve en yakın müttefiklerimizle dahi iş dünyasını şaşırtan ani, beklenmedik gerilimler yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. 

Oysa, Türkiye'nin ticari ve finansal istikrarı, dış politikadaki istikrardan bağımsız değildir. Dış politika kararları, sadece ekonomik çıkarlara göre alınamaz ama bu kararların ekonomide yaratacağı etkiler de göz ardı edilemez.

Bu çerçevede, bir düşünmenizi rica ediyorum:

  • Batı ile ilişkileri güçlü, AB üyeliğine ulaşmak için üzerine düşen görevleri yerine getiren bir Türkiye’nin ekonomik öngörülebilirliği ile,
  • İç ve dış siyasette Orta Doğulu yaklaşımıyla hareket eden Türkiye’nin ekonomik öngörülebilirliği aynı olabilir mi?

Biz, iş dünyası olarak dış politikaya, sürdürülebilirlik, itibar ve refah yaratan boyutlarıyla yaklaşılması gerektiğine inanıyoruz. Bu boyutların herhangi birindeki bir zayıflık, dış politika başarımızı geriletir. Türkiye'nin bölgesel ilişkileriyle, AB-ABD ile ilişkileri arasında bir tamamlayıcılık vardır.

Bu çerçevede TÜSİAD olarak, Türk dış politikasının yeniden genel bir yönlendirilmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Dış ilişkilerde verilen politika tepkileri, bizim gibi gelişen ülkelerin makroekonomik göstergelerini etkiliyor. Hayatımızda her zaman dış etkiler olacak ama sonucu, bu etkilere nasıl tepki vereceğimiz belirleyecek. Çünkü; hayatın %10’u başımıza gelenler, %90’ı ise onlara nasıl tepki verdiğimizdir.

Değerli Dostlar,

TÜSİAD olarak özellikle AB ile ilişkilerimizin geliştirilmesini sürekli gündeme getiriyoruz. Türkiye’nin AB üyelik hedefi, sürecin tıkandığı son birkaç yılı hariç tutarsak 15-20 yıllık reform perspektifimizin itici gücü oldu. Bunu ekonomik, demokratik ve sosyal kazanımlarımız anlamında rahatlıkla ifade edebiliriz. Maalesef son dönemlerde bu sürecin tıkanmasının ve reformların bir bölümünde geriye gidişin olumsuz etkilerini hepimiz yaşıyoruz.

  • AB tarafının üyelik sürecinde; teşvik edici bir rolden ziyade bunu ötelemeye çalışan pozisyonu sorunun nedenlerinden biri olsa da, Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti ve normalleşmeye dönme konusunda oluşan hassasiyeti dikkate almamız gerekir. OHAL koşullarının kazandırdıkları ile kaybettirdiklerinin hesabını net olarak yapmamız gerekiyor!

AB ile ilişkilerin zedelenmesi, Türkiye’nin diğer uluslararası ortakları ile de ilişkilerini olumsuz yönde etkiler. Uzun vadede üyelik müzakereleri sürecinden ve önümüzdeki dönemde Gümrük Birliği’nin güncellenmesi sürecinden uzaklaşılması Türkiye’nin küresel düzeyde “yumuşak güç” olarak etki alanını daraltır, küresel marka değerini zedeler.

Her zaman söylüyoruz. Türkiye-AB ilişkileri dönemsel değildir. Bir alış-veriş ilişkisi hiç değildir. Bu ilişki, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı ile kurmayı seçtiği ve temeli yüzyıllara dayanan bir medeniyet projesinin devamıdır. Bugün gelinen noktada, karşılıklı diyaloğa hiç olmadığı kadar ihtiyaç vardır.

Değerli Dostlar,

Mevcut bu gerilime rağmen, toplumumuzda AB üyeliğini isteyenlerin oranı yüzde 70’ler seviyesindedir. Bu hayli yüksek rakamın bize işaret ettiği mesaj, Türk toplumunun sosyal standartları gelişmiş, refah seviyesi yüksek, demokratik bir hukuk devletinde yaşama iradesinin ne kadar güçlü olduğudur.

Ayrıca, Türk toplumu çok iyi bilir ki ‘göstermelik’ demokrasi diye bir şey yoktur. Demokrasi altın kadar kıymetlidir ama demokrasinin çeyreği de,  yarımı da olmaz! Kısaca, demokrasi bozdurulup kullanılamaz!

Sevgili Dostlar,

Biz, adaletin herkes için sağlandığı güçlü bir hukuk devleti istiyoruz. Herkesin kendini korkusuzca ifade edebildiği bir özgürlük ortamı istiyoruz. Bunca yıllık demokrasi deneyimimize yakışacak şekilde ifade ve basın özgürlüğünü belli bir güvenceye kavuşturmamız gerektiğine inanıyoruz. Hukuk, devletin toplumsal düzenidir. Adalet olmadan düzen olmaz. Bir başka benzetme ile demokrasi su ise, testisi adalettir.

Yargıda üç temel anlayış çok değerlidir:

  • Masumiyet karinesi esastır,
  • Tutukluluk istisnadır,
  • Kanunlar özgürlük lehine yorumlanmalıdır.

Yapılan en küçük haksızlık, toplumun tümüne yapılmış sayılır.  Bu nedenle, adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olması gerekir.

Değerli Dostlar,

Hayatın her alanının dönüp dolaşıp geldiği yer, son nokta, ekonomidir. Bu nedenle, ekonomimize dönük bazı tespit ve öngörülerimi sizinle paylaşmak istiyorum. 2017’de büyümeye sadece rakamlar olarak bakarsak iyimser olabiliriz. Ancak, büyüme rakamlarının aynı zamanda kompozisyonu ve sürdürülebilir olması daha önemlidir. Sürdürülebilir olmayan başarı, kayıplarla kazanılan galibiyete benzer.

Ekonomi öngörülerimizde 2017’nin başında hatırlarsanız büyüme beklentileri oldukça düşüktü. İki önemli gelişme bunu tersine çevirdi:

  1. Avrupa ekonomisindeki büyüme ile artan ihracat;
  2. Hükümetin yaptığı düzenlemeler (Vergi indirimleri, istihdam teşvikleri ve Kredi Garanti Fonu’nda yapılan değişiklikler.)

Bu gelişmelerle, ihracatın ve özellikle Avrupa ekonomisinin Türkiye için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Yılın ilk yarısında 5 puanlık büyümenin 2 puanı buradan geldi. İş dünyasının ve dolayısıyla ekonominin alfabesi rakamlardır. Hep söylüyorum, matematik asla yanılmaz. Bu rakamlar, “Avrupa bitti” diye düşünenlerin ne kadar yanıldığını göstermiştir.

Dış borcumuz ise 2011’den bu yana %35’den %52’ye çıkmış durumda. Artık, iç talebi körükleyen politikalardan bir an önce uzaklaşmak ve fiyat istikrarını yakalamak zorundayız.

Değerli Dostlar,

Hayatta da, ekonomide de “Hatalarımızın hesabını tutmak, başarılarımızla övünmekten daha karlıdır” ilkesine çok önem veririm. Sporda da bu böyle, değil mi? Dolayısıyla, 2018’de daha başarılı olmak için 2017’den ders alınması gereken noktaları açalım:

Çıkarmamız gereken birinci ders : Ekonomide verimliliğimizi artıracak reformları yapmakta eksik kaldık. Biz bu yıl,  reformlara odaklanalım istiyoruz. Önümüzde önemli bir fırsat da var. Avrupa ve Amerika başta olmak üzere dünya hızlanıyor. Bizim bu hızlanan dünyadan daha çok pay almamız lazım. Bunun yolu da reformlara ağırlık vermekten geçiyor.

Çıkarmamız gereken ikinci ders : Yüksek büyüme için hızlı ve kolay çözümleri tercih ettik. Bu hedefi gerçekleştirdik ama bunun bir de maliyeti var.

  • Bütçe açığımız %1’den %2’ye çıktı. Bu sene bütçe açığının daha da artmaması için vergi artışları yapılmak zorunda kalındı.
  • Enflasyon oranı ise 2016 yılında %8,5’den 2017’de %12’ye yükseldi. Bunlar talep yönlü büyümenin çok da sürpriz olmayan sonuçları.

Tüm dünyada gelişmekte olan ülkelerin enflasyonu %3,5 - %4 civarındadır. Bizimle beraber kırılgan 5’lide eskiden adı geçen Brezilya, Hindistan, Endonezya gibi ülkelerin hepsinde enflasyon %3-4 bandına inmiş durumda ve bu ülkeler artık listede değiller. Türkiye, yaptığı reformlar ve verdiği bunca mücadele sonunda yeniden çift haneli enflasyonu hak etmiyor.

Yüksek enflasyon, TL cinsinden finansman yükünün yüksek olmasına, vadelerin kısalmasına ve ekonomide dolarizasyona neden oluyor. Yüksek enflasyon aynı zamanda, sermaye piyasalarının gelişiminin önünde de ciddi bir engel teşkil ediyor. Oysaki büyümenin kredi yoluyla finansmanı giderek zorlaşırken, sermaye piyasalarının geliştirilmesine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bu yıl, halka açılmak isteyen firmalarımızın sayısındaki artış nedensiz değil. Artık şirketler borç yoluyla finansman yerine sermaye piyasalarından kaynak bulmayı tercih ediyorlar.

Birçok konuşmamda tekrarlamakta fayda görüyorum. Ekonomi literatüründe maalesef ‘yüksek enflasyon ve yüksek büyüme’ diye bir ikili yoktur. Bu ikili birlikte hareket etmez.

Bu iki önemli ders aslında birbiriyle bağlantılı. 2017’den çıkarılacak dersi tek cümleyle özetlersek; ‘Reformsuz, sadece iç talebi zorlayarak büyürsek bunun bedelini yüksek enflasyonla öderiz.’

Sevgili Dostlar,

Özetle, geçen yıl büyümeyi artıran 3 faktörden ihracat artışlarının devam etmesini, KGF’nin daha az etkili olmasını ve mali politikanın nispeten daha sıkı olmasını bekliyoruz. Dolayısıyla, iç ve dış talebin daha dengeli olduğu bir büyüme bizce mümkün ve ekonomi politikaları da buna göre tasarlanmalı. Biz bu sene biraz daha ılımlı ve dengeli bir büyüme bekliyoruz. 2018 yılında büyüme tahminimiz %4,5 civarındadır.

2018 yılını 2017’den farklılaştıracak bir diğer unsur, geçen yıl çeşitli mal ve hizmetlerde uygulanan vergi indirimleri yerine bu yıl artışlar olması. Motorlu taşıt vergisi ve çeşitli tüketim mallarına gelen yeni ÖTV’ler yakın zamanda gündeme geldi.

Bizi en çok şaşırtan gelişmelerden biri ise kurumlar vergisi oranının %20’den %22’ye çıkarılması oldu. Tüm dünyada ülke yönetimleri, yatırımları canlandırmak, ülkelerini yatırımcılar açısından daha cazip kılmak için bu oranı indirmeye çalışıyorlar. Son olarak Amerika Birleşik Devletleri vergi reformu paketinde kurumlar vergisini %21’e indirdi. İngiltere ise %19’dan %17’ye indirmeyi planlıyor. Türkiye’de tam ters yönde bir düzenlemeyi sanıyorum ki kimse beklemiyordu. Bu artışın belirtildiği gibi geçici olmasını ve oranın ileride makul düzeylere indirilmesini umuyoruz.

Aslında ülke ekonomisi, sıradan bir vatandaşın ev ekonomisinden farklı değildir. Torbada ne varsa, çorbada da o vardır. Ekonomide iyi sonuçlar almak için, önce torbamızdakileri iyileştirmemiz lazım. Bu nedenle, dijitalleşme ve 4. Sanayi Devrimi ekseninde, eğitim sistemi başta olmak üzere pek çok alanda çok ciddi değişimlere, reformlara ihtiyaç duyuyoruz. Dijitalleşmeye bir devrim dememizin nedeni de bu. Hemen her sektörde iş yapış şekilleriniz değişiyor, verimlilik artıyor.

O yüzden TÜSİAD olarak gerekli gördüğümüz tüm reformların yanında dijitalleşmeyi ana eksen olarak koyuyoruz. Bunun etrafında vergi reformu, işgücü reformu, kayıt dışılığın azaltılması ve toplumsal cinsiyet eşitliği, bu yeni dinamikle beraber tasarlamamız gereken alanlar… Bunları sağladığımız zaman ne cari açığı, ne de doları bu kadar konuşmamıza gerek kalmaz.

Değerli Dostlar,

21. yüzyılda toplumsal cinsiyet eşitliği, Türkiye’nin gurur duyduğu bir başarı alanı olmalıdır. Geçen ay bu anlamda, TÜSİAD için tarihi bir karar aldık. 48. Olağan Genel Kurul Toplantısı gündemimiz kapsamında, toplumumuzda kadın-erkek eşitliğini gözetmek amacıyla, TÜSİAD’ın açık isminin ‘Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’ olarak değiştirilmesine, derneğimizin kısaltması olarak kullanılan TÜSİAD markasının ise korunmasına karar verdik.

TÜSİAD olarak, kadınlarımızın erkeklerle eşit şartlarda işgücüne katıldıkları, eğitimleri konusunda önlerine engel çıkarılmayan, şiddete maruz kalmadıkları ve tüm potansiyelleriyle ülkemizin geleceğini kurmaya ortak oldukları bir ülke olmak istiyoruz.

Toplumun yarısını oluşturan kadınların gücünü her alana dâhil etmeden ekonomik, insani ve sosyal kalkınmada sıçrama yapmak mümkün değildir. İşte bu nedenle, artık ‘iş adamı’ değil, ‘iş insanı’ diyoruz! Bu ülke, nasıl kadınıyla erkeğiyle kurulup geliştiyse, yarın da kadınıyla erkeğiyle tarih yazacak! Bu tarihi kararımızın, başta SİAD’lar olmak üzere tüm iş dünyası sivil toplum kuruluşlarına örnek olmasını temenni ediyorum.

Buradan sözü siyasetin diline getirmek isterim. Siyasette iletişim dilinin tonu çok önemli bir role sahiptir. Toplumumuzu ayrıştırıcı değil birleştirici söylemlerle, bizi üzen her problemin çözümünü sağlayabiliriz. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve yapıcı iletişim dili, bu toprakların başarısı öyküsünü birlikte yazma gücüne sahiptir!

Değerli Dostlar,

Manşetlere baktığınızda, tüm dünyada 2017’nin özetini şöyle yapabilirsiniz: Değişen siyasi ve ekonomik dengeler, savaşlar, nükleer bomba tehditleri, mülteci krizleri, iklimsel felaketler… Ama bardağın dolu tarafını görenlerdenseniz, benim gibi “Bu dünyada iyi şeyler de oluyor” dersiniz. 2017’de hemen her ülkede insanlar, bunca badireye rağmen “Dünyanın hali böyle” deyip geçmedi. Tüm bu küresel gelişmeler yaşanırken dünya, bilim ve teknolojinin her alanında müthiş atılımların yaşandığı yeni bir döneme girdi.

Yapay zekâ, sürücüsüz otomobiller, üç boyutlu yazıcılar, Sanayi 4.0, genetik, blokchain, büyük veri, bulut teknolojileri gibi alanlarda yaşanan gelişmeler, dünyamızı hızla değiştiriyor.

İşte bu nedenle biz, TÜSİAD olarak, sanayinin dijital dönüşümünü çok önemli bir ‘Türkiye Projesi’ olarak kabul ediyoruz. Bu doğrultuda, sanayide sürdürülebilir bir dijital dönüşüm ekosistemi yaratmak, bu başarının en önemli adımıdır.

Sevgili Dostlar,

Geleceğe hazır olmak için yeni neslin donanımının çok iyi olması gerekiyor. Bu nedenle, eğitim politikalarımızı yaparken gelecek seçimi değil, gelecek kuşağı düşünmek zorundayız.

Bugün, işgücümüzün ortalama eğitim düzeyi 8 yıl olup bunun %56’sını lise altı eğitimliler oluşturuyor. Yüksek katma değerli üretimin birincil faktörü nitelikli işgücüdür. Bizim acilen bunu sağlayacak bir eğitim yaklaşımına geçmemiz gerekiyor.

2020 yılında iş dünyası için önde gelen beceriler “problem çözme”, “eleştirel düşünme” ve “yaratıcılık” olarak öne çıkacak.

Müfredat, eğitim yöntemleri ve öğretmen eğitimi; yenilikçi, analitik ve eleştirel düşünen, problem çözme becerileri yüksek bireyler yetiştirilmesi yönünde geliştirilmelidir. Bu adımları atmak, bizim yalnızca görevimiz değil, aynı zamanda gelecek nesillere borcumuzdur. Unutmayalım ki, eğitim, bir ülkenin geleceğinin güvencesidir.

Sadece eğitim değil bir çok konuda güzel ülkemiz ile ilgili hayaller kurarken, hep şu tespiti yaparım : Ortadoğu’nun bugünkü durumuna baktığımızda, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyet’in kurucularının yüksek bir öngörüyle laik bir devlet yapısını tercih etmelerinin önemini bugün çok daha iyi kavrıyoruz.

Sevgili Dostlar,

Bizim hayalini kurduğumuz çok güçlü bir Türkiye var. Biz artık kutuplaşmak-ayrışmak değil, birlik beraberlik içinde yaşamak istiyoruz. Yenilenerek, güçlenerek, rekabet gücümüzü artırarak büyümek istiyoruz. Küresel dönüşüme ayak uyduracak, yaratıcı, yeniliklere açık, özgür, girişimci nesiller istiyoruz.

Hayalini kurduğumuz Türkiye için kesinlikle yeni bir ekonomik kalkınma öyküsüne ihtiyacımız var! Türkiye, özellikle de Türk özel sektörü, ülkemize bu ivmeyi kazandıracak kabiliyet, enerji, hırs ve beceriye sahiptir. İhtiyaç duyduğumuz şey;

  1. Rekabet gücümüzü ve refahı artıracak reformist ekonomi politikaları,
  2. Kurumları güçlendirici adımları atan bir yaklaşım,
  3. Çağdaş bir eğitim anlayışı,
  4. Dünyayla bütünleşmemizin önemini kavrayan bir dış politika,
  5. Evrensel kurallara bağlı işleyen bir yargı sistemi,
  6. Adaletin herkes için sağlandığı güçlü bir hukuk devleti,
  7. Herkesin kendini korkusuzca ifade edebildiği bir özgürlük ortamı,
  8. Kutuplaşmadan birlikte yaşayan insanlar,
  9. Ve yolsuzlukla mücadele endeksinde yükselen bir ülke olmaktır.

Sevgili Fenerbahçeliler,

Ne Türkiye sevdası biter bizde, ne de Fenerbahçe sevdası!

Bu vesile ile de 20 yıllık başkanlığı süresince Fenerbahçe’ye değerli katkıları için Başkan Aziz Yıldırım’a can-ı gönülden teşekkürlerimi iletiyorum. Sağolsun, varolsun! Ancak zamanı geldiğinde bayrağı devretmek de çok önemlidir! Hatta söz konusu 20 yıl gibi uzun bir süre olunca, bayrağı devretmenin zamanı çoktan gelmiş görünüyor!

Sevgili Ali Koç’un Fenerbahçe’mizi hepimizin hayal ettiği, çok daha iyi yerlere taşıyacağına inancım tam. Ali Koç’un geleceğin Fenerbahçe’si için kurduğu hayale ve vizyona %100 ortağız. Uzun lafın kısası, kendisini tüm kalbimle destekliyorum, daha ötesi yok!

Değerli Dostlar,

Söze, hayal kurmanın önemiyle başlamıştık.

Sözün özü ve özeti : Hayalimiz kadarız! Aydınlık, güzel günlere ulaşsın hayallerimiz.

Zaten bir Fenerbahçeli, geleceğe dair umudunu asla kaybetmez. Çünkü bilir ki karanlıklardan çıkmanın yolu, bir “fener” olmaktır!

İyi haberlerle uyanacağımız günlerin çoğalacağı bir Türkiye ve Dünya umuduyla hepinizi bir kez daha sevgiyle selamlıyorum.

 






Longplay Dijital Ajans Hizmetleri