Saygıdeğer konuklar,
Şahsım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. CFO Zirvesi’nde sizlerin arasında olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
Konuşmama Türkiye ekonomisinin dinamosu 1.500 firmamızda yapılan araştırma sonuncunda belirlenen 50 başarılı CFOmuzu kutlayarak başlamak istiyorum. CFO’lar şirketlerde artık sadece finansmandan sorumlu uzmanlar değil, daha çok stratejik birer ortak olarak rol alıyorlar. Onların yerini ve kıymetli katkılarını ne kadar takdir ettiğimizi bir kez de bu vesileyle yinelemek isterim.
Elbette Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde CFO’ların işi belki biraz daha zor. Çünkü gelişmekte olan ekonomiler gelişmişlere göre çok daha dalgalı sularda seyrediyor ve CFO’larımız pek çok finansal ve finansal olmayan riskleri aynı anda yönetmek zorunda kalıyorlar. Ben Türkiye’de operasyon yürüten CFO’ların çok tecrübeli olduklarını ve değişen koşullara kolay adapte olduklarını düşünüyorum. Aslında genel olarak Türkiye’de reel sektörün, iş dünyamızın adaptasyonu oldukça yüksek.
Sevgili Konuklar,
Ben iş hayatına bir girişimci kimliği ile ve bir rmühendis olarak başladım. Gelinen nokta itibariyle hatırı sayılır bir iş tecrübem oluştu. Bu süreçte gördüğüm tablo şu oldu: her girişimcinin, iş sahibinin iş hayatında yavaş yavaş evrilerek ve değişime uğrayarak bir finansçı olduklarını keyifle şahit oldum. Ve bende bu değişimi yaşayanlardan biriyim. Bu durum CFO’lar için iyi midir ? kötü müdür ? Buna CFO’lar olarak sizler karar vereceksiniz. Fakat iş sahipleri her zaman CFO’nun fazlasıyla yanında olurlar!
Biz TÜSİAD olarak bir yandan günlük işlerimiz gereği olan sorumluluklarımızı yerine getirirken diğer yandan da Türkiye’nin kalkınması, yüksek refah ve gelişmişlik seviyesine ulaşabilmesi için yapılması gereken reformlar, atılması gereken adımlar için de kafa yoruyoruz. Sonuçta ekonomiyi ve yatırım ortamını destekleyen en önemli faktörlerin başında istikrar ve öngörülebilirlik geliyor.
Bildiğiniz gibi, son 3 yılı seçimler, hain darbe girişimi ve son olarak da referandum süreciyle geçirdik. Bu olağanüstü dönemde ekonomimizin önemli ölçüde direnç göstererek ciddi bir krize sürüklenmemiş olması sevindirici olduğu kadar önemli bir başarıdır. Bunda 2002 sonrası yapılan reformlarla bankacılık sisteminin güçlendirilmiş, mali disiplinin sağlanmış, kurallı bir ekonomiye geçişin adımlarının atılmış olmasının büyük payı vardır. Bu sayede oluşan mali alan, üçüncü çeyrekte daralan ekonominin talep ve istihdam üzerindeki olumsuzlukların bertaraf edilmesi için son dönemde, özellikle de yılın ilk çeyreğinde genişlemeci yönde kullanılabilmiştir.
Kısa vadede düşen talep ve artan işsizliğe karşı alınan bu tedbirleri, makro istikrarı bozmaması kaydıyla, hep destekledik. Diğer yandan, büyümenin sürdürülebilir bir şekilde artırılmasının bu tür politikalarla sağlanamayacağı hepimizin malumu. Artık anayasa oylamasını da geride bıraktığımız şu günlerde iş dünyasının en çok ihtiyacı olan şeyin yatırım ortamını iyileştirecek ekonomik reformlara ve programlara odaklanmak olduğuna inanıyoruz. Her ne kadar önümüzde 2019 yılında seçimler olsa da, artık bir nevi seçim yorgunu olan iş dünyasının en büyük beklentisi önümüzdeki iki yılın bir seçim hazırlığı dönemi değil, ekonomik potansiyelimizi artıracak önemli reformların yapıldığı bir icraat dönemi olmasıdır.
Üstelik bunun için küresel ortam da oldukça uygun görünmektedir. Hem Amerika hem AB ekonomisinin toparlanmaya başlaması, IMF’nin küresel büyüme tahminlerini yukarıya doğru revize etmesi büyümenin dünyada yeniden hızlanacağı bir döneme girdiğimize işaret ediyor.
Bu dönemde içe kapanmak değil, dışa açılmak, bir yandan dünya ile ilişkilerimiz güçlendirmek diğer yandan ise rekabet gücümüzü artırarak, ekonomimize mümkün olduğunca yatırım çekmek için hızlı hareket etmek mecburiyetinde olduğumuza inanıyoruz. Özellikle de dünyada enflasyonun geri gelmeye başladığı, finansman maliyetlerinin arttığı bu dönemde ekonomimizdeki risklerin iyi yönetilmesi gerekiyor. Bu da kısa vadeli, genişlemeci politikalar yerine; kalıcı, verimlilik artırıcı politikalara olan ihtiyacımızı pekiştiriyor.
Son dönemde yaşadığımız çalkantılara ve sürecin zorluklarına rağmen ülkemizde yapısal reformlar tarafında bazı olumlu adımlar atıldığını memnuniyetle belirtiyorum. Örneğin tasarrufları artırmak amacıyla bireysel emekliliğe otomatik katılım, fikri mülkiyet kanunu, Ar-Ge destekleri gibi düzenlemeler yapıldı ve bunlar üzerinde iyileştirme çabaları da sürüyor. Bu adımlara sürekli destek veriyoruz. Ancak tüm bu girişimlerin hedeflediği sonuçlara ulaşabilmesi için daha temelde yatan bir sorunu çözmemiz gerekiyor: O da Türkiye’nin hesap verebilirlik ve liyakat ilkeleri temelinde oluşturulacak; açık, saydam idare ve demokratik toplum düzenine olan ihtiyacıdır.
Değerli Konuklar,
Hukuk, demokrasi ve özgürlükler toplumu olmadan;
- Katma değer ve istihdam yaratmaktan,
- Nitelikli yatırım çekmekten
- Etkin girişimlerin yeşerdiği ülke olmaktan bahsetmemiz,
ne yazık ki mümkün değil. Bu alanda yapılacak her iyileştirmenin hem yurtiçinde hem de yurtdışında yatırımcılar tarafından olumlu karşılanacağını belirtmek isterim. Bu bağlamda, ilk atılması adım olarak OHAL uygulamasının geride bırakılmasını arzu ediyoruz.
Değerli konuklar,
Önümüzde hemen yola koyulursak 18 aylık bir reform aralığı bulunmakta. Hükümetimiz tarafından bugüne kadar hazırlanan birçok eylem planı ve strateji belgesi var. Artık ihtiyacımız olan reformları tespit etmek değil reform atmosferini yakalamak ve sorunların kaynağına yönelik adımları atmaktır. Bu vesile ile bugüne kadar birçok platformda dile getirdiğimiz ve öncelikli olduğuna inandığımız reform alanlarını yinelemek isterim. Tüm sayacağım konu başlıkları altında TÜSİAD’ın birikiminin ve önerilerinin olduğunun da altını çizmek isterim.
Az önce de belirttiğim gibi, makroekonomik istikrar ve öngörülebilirlik gerek yatırım ortamının en önemli şartları gerekse bizlerin günlük operasyonlarımızda karar almamızı, iş yapışımızı kolaylaştıran çok önemli iki faktör. Bunları sağlamanın yolu ise kurallı bir ekonomiden geçiyor. Bu amaçla;
- Piyasaları denetleyici ve düzenleyici kurum ve kuruluşların bağımsızlığı korunmalıdır.
- Kayıtdışı ekonomi ile mücadele ve vergi politikalarında basitlik, saydamlık ve etkinlik tesis edilmelidir.
- Sermaye piyasalarının gelişimi ve alternatif finansman araçları yoluyla reel sektöre kaynak yaratılmalıdır.
- Kamu ihaleleri mevzuatının AB standartlarında rekabetçi, saydam ve verimli olacak şekilde yasalaşmalıdır.
Ekonomide verimliliği ve üretkenliği artırmak amacıyla;
- Analitik, özgür ve yaratıcı düşünme, STEM (fen, teknoloji, mühendislik, matematik) ve İngilizce yetkinliği başta olmak üzere, kapsamlı bir eğitim reformu hayata geçirilmelidir.
- Sanayi stratejisi, 21. yüzyılda ülkelerin gücünü belirleyecek olan Sanayi 4.0 Devrimi ve dijital teknolojik dönüşümle uyumlu somut hedeflerle güncellenmelidir.
- Enerji sektöründe serbest, sürdürülebilir ve öngörülebilir piyasa hedefli reformlar hayata geçirilmelidir.
- İstihdam üzerindeki vergi ve prim yükü OECD ülkeleri ortalamasına çekilmeli, güvenceli esnek çalışma biçimleri geliştirilmelidir.
- KOBİ’lerin verimlilik ve finansmana erişimde dijital çağın gereklerine uygun açılımlarına destek verilmelidir.
- Toplumsal cinsiyet eşitliğinin eğitim, çalışma ortamı ve yönetime katılım başta olmak üzere hayatın her alanında sağlanmasına yönelik kararlı adımlar atılmalıdır.
Bu reformların başarısı için toplumsal desteği pekiştirecek ve Türkiye’nin uluslararası saygınlığını, çekim gücünü ve marka değerini yükseltecek bir iletişim stratejisine de ihtiyacımız mutlaka var.
Tam da bu noktada Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz konusunda görüşleri de sizlerle paylaşmak istiyorum. AB üyelik süreci Türkiye açısından temel önceliktir ve TÜSİAD’ın da temel gündem maddesidir. Geçtiğimiz dönemde hem Türkiye’den hem de AB’den kaynaklanan nedenlerle geleceğe yönelik karşılıklı güvensizlik oluştuğu bir gerçek. Ancak, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci, küresel ölçekte rekabetçi bir ülke olmak adına olmazsa olmazdır!
Unutmayalım ki, AB üyelik süreci, sağladığı rekabet gücü, sosyal refah, teknolojik ilerleme, finans, yatırım, ihracat, turizm ve öngörülebilir bir hukuk devleti düzeni unsurlarıyla Türkiye’nin milli menfaatidir. Tüm bu nedenlerle, karşılıklı olarak kısa vadeli ve iç politikaya yönelik söylemlerden uzaklaşmalı, yapıcı bir dille politika üretmeliyiz.
Gümrük Birliğinin güncellenmesi ve vize serbestisi gibi konular bu perspektifi kolaylaştırıcı araçlardır. Bu alanlarda ilerlemenin sağlanması, Türkiye’nin yatırım ortamını çok kısa zamanda hissedilecek şekilde olumlu etkileyecektir. Bizler Avrupa’daki güçlü networkumuz ile karar alıcılar, iş dünyasındaki muhataplarımız ve kanaat önderleriyle temasta kalmaya ve bu misyon ile çalışmaya devam ediyoruz.
Saygıdeğer konuklar, Değerli CFO’lar,
İş dünyası olarak hepimiz daha güçlü ve daha müreffeh bir Türkiye için çalışıyoruz. Bunun birincil gereği olarak toplumsal dayanışma içerisinde olmalı ve vakit kaybetmeden geleceğe bakmalıyız.
Türkiye’nin yapısal sorunlarını çözmek, ulusal menfaatlerimiz doğrultusunda küresel ölçekte rekabetçi Türkiye’ye giden yolun anahtarıdır. Gündemimizdeki yoğunluk ve günlük işlerimiz bizleri bu sorunlar üzerinde çalışmaktan alıkoymamalı.
Sözlerime son verirken bu organizasyona katkısı olan herkese, siz değerli CFO’lara ve katılımları için tüm konuklara çok teşekkür ediyorum.