TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik, Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a konuştu. Bilecik, “İkiye ayrılmış bir toplumdan bahsediyoruz ve bu uzun zamandır böyle. Kullanılan dil negatif olursa seçim atmosferi bunu körükler. Uzlaşma kültürüne ve pozitif düşünceye daha fazla ihtiyaç varken bütün siyasi kesimlerde bunu izliyoruz.” dedi.
24 Haziran’da sandık başına gidiyoruz. Bu kararın ekonomiyle alakası tartışılırken, erken seçime dair ilk değerlendirme yapanlardan biri TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik olmuş, “İş dünyası olarak erken seçimi doğru bulmuyoruz” demişti. Peki Bilecik’in bu açıklamasının ardında ne tür kaygılar vardı? Geçen haftalarda buna ilişkin ne tür gelişmeler yaşandı? TÜSİAD, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal manzarasını nasıl yorumluyor? Seçim sonrası için öngörüleri ve beklentileri ne? Ve daha önemlisi “TÜSİAD sessizleşti” yorumlarına ne diyor? Hepsini sordum...
Erken seçim kararına çok sıcak bakmadığınızı söylemiştiniz. O açıklamayı yaptığınız günden bugüne kaygılarınızı haklı çıkaracak bir süreç yaşandı mı?
Üç seçim, bir referandum ve bir hain darbe girişiminin yaşandığı süreçten geçtik. Bu olağanüstü durumlara rağmen Cumhurbaşkanı’mızın ve Başbakan’ımızın da dahil olduğu bütün siyasi otoriteler, iş insanlarına ekonominin reforma ihtiyacı olduğunu ve kati suretle erken seçimden bahsedilmemesi gerektiğini söylemişti. Referandumdan sonra genel seçimler için 2.5 yıllık bir süre vardı, Türkiye gibi ekonomisi ve dinamizmi son derece yüksek olan bir ülkede bu süre muazzam derecede önemlidir. Bütün bu süreyi kesintisiz bir biçimde değerlendirmemizin daha iyi olacağını düşünerek erken seçimi benimsemediğimizi söylemiştik. Seçimler dolayısıyla ortaya çıkan belirsizliklerin negatif etkilerini hissediyoruz. Ekonominin beslendiği ve geldiği noktaya bakılırsa makroekonomik istikrarımızda negatif çizgiler oluşmuş vaziyette.
Yeni sisteme geçiş için çok adayın yarıştığı bir seçime gidiyoruz. Siz bu seçim atmosferini nasıl görüyorsunuz?
Bizim fikir beyan ettiğimiz konular ‘kutuplaşmanın daha fazla keskinleşmemesi’ üzerinedir. İkiye ayrılmış bir toplumdan bahsediyoruz ve bu uzun zamandır böyle. Kullanılan dil negatif olduğu takdirde seçim atmosferi maalesef bunu körükler ve bu kutuplaşmadaki keskinliği yukarı taşır.
“Şu anki seçim atmosferi bu kutuplaşmayı körüklüyor” mu diyorsunuz?
Maalesef körüklüyor. Aday olan bütün siyasi kesimlerde bunu izliyoruz. Uzlaşma kültürüne ve pozitif düşünceye daha fazla ihtiyacımızın olduğu bir süreçte bunu negatif olarak kullanıyoruz.
‘TÜSİAD BAŞKANLIĞI ŞAHANE BİR GÖMLEK’
Değil. ‘Ateşten gömlek’ esprileri yapılıyor ama hakikaten piyasada bulunabilecek en şahane gömleklerden bir tanesi. TÜSİAD’ın müthiş bir profesyonel kadrosu var. Çok kuvvetli bir yönetim kuruluyla yola çıktık, yönetimdeki kadın sayısında da bugüne kadarki en yüksek yüzdeyi yakaladık. Şu an yönetim kurulundaki kadın sayımız yüzde 33.
Demokratikleşme, AB kriterleri, hukukun üstünlüğü konusunda hassas, ülkeyle ilgili alınacak kararlarda belirleyici olduğu söylenen bir TÜSİAD imajı vardı bugüne kadar. Bu algı doğru muydu, doğruysa hâlâ aynı güçte misiniz?
Kesinlikle doğru olduğunu düşünüyorum. TÜSİAD’ın kuruluş aşamasındaki tüzüğünde 6 geleneksel madde var; hukukun üstünlüğü, insan hakları, yüksek demokratik standartlar, bilgi edinme hakları, hatta çevre. Bakın bunları konuştuğumuz yıl 1971. TÜSİAD üyeleri Türkiye’de kurumlar vergisinin yüzde 80’ini öder. Gerek ithalatta, gerek ihracatta neredeyse yüzde 85 civarında bir yapı yine TÜSİAD üyelerinden oluşur. Ve tüm üyelerimiz konuşmalarında insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi değerlere atıfta bulunur.
Ama “Yeni Anayasa taslakları ve çeşitli demokratikleşme paketleri hazırlayan bir TÜSİAD vardı; son yıllarda siyasete aktif katılımları düştü ve geri çekildiler’’ yorumları yapılıyor...
Katılmıyorum. Çok içeriden ve bu sorumluluğu tam zamanında yerine getiren insanlardan bir tanesiyim. Bir konuyu netleştirelim; TÜSİAD katiyen bir siyasi kuruluş değildir. Gerek dış dünyadan buraya gelen, gerek bizim dış dünyaya gönderebileceğimiz ihtiyaçları ortaya koyan, bunu siyasi yapılarla ve üyelerle istişarede bulunarak yapan bir yapısı vardır. 2017 yılında TÜSİAD’a neredeyse 10’a yakın farklı, değerli bakanımız gelmiştir, üyelerimizle istişare etmiştir. 2018 yılında 5’e yakın bakan ağırladık, ağırlamaya da devam ediyoruz. TÜSİAD siyasete yapılacak katkıdan çok, iş dünyasının ihtiyaçlarının siyasi çarkların içerisinde doğru yere oturmasını sağlar. TÜSİAD demokratikleşme konusunu tüm faaliyetlerinin ana bileşenlerinden biri olarak tutmaktadır. Demokrasi gündemimizde o dönemde ne varsa, onu dile getirdik. Hukukun üstünlüğünden insan haklarına kadar geniş bir yelpazede görüşlerimizi siyasetçilerle, kurumlarla ve kamuoyu ile paylaşıyoruz. Geçmiş birkaç yılın gündeminin OHAL ve ifade özgürlüğü ile yoğun olduğu malum. Buradaki katkı görevimizi yerine getirmeye gayret ettik; başarılı olduğumuzu umuyorum.
Geçmişte TÜSİAD Başkanlarıyla hükümet arasında çeşitli gerginliklere de şahit olduk. O gerilimlerden sonra hükümetlere uyarıda bulunmak konusunda çekingen davranan ve hatta belki de iş dünyasındaki çıkarlarından kaygı duyarak biraz daha sessizleşen bir TÜSİAD olduğunu söyleyebilir miyiz?
Buna katılmam mümkün değil. TÜSİAD’da hiçbir zaman kendi üyelerinin menfaatini ortaya koyma motivasyonu olmaz. TÜSİAD için önemli olan Türkiye’nin dünya liginde daha rekabetçi hale gelmesini sağlamak. Herhangi bir şekilde siyasetin içerisinde yer almamız veya siyaseti yönlendirip farklı bir şekle sokmamız söz konusu olamaz. Bunu hiçbir dönem yapmadık. Ayrıca yüksek sesle konuştuğunuz zaman daha haklı olmazsınız. Uzlaşma dilini her zaman ortaya koyan ama doğruları söylemekten kaçınmayan bir yapıda yolumuza devam ediyoruz.
‘CUMHURBAŞKANI ADAYLARI EKONOMİYİ KİMİN YÖNETECEĞİNİ AÇIKLAMIŞ DEĞİLLER’
Kimi analistler ekonominin alarm verdiğini söylüyor. Seçim sonrası için beklentiniz ne yönde?
Şu an bulunduğumuz zemini iyi etüt etmemiz gerekiyor. Müthiş bir kur dalgalanmasının yaşandığı bir atmosferde yaşıyoruz. Enflasyon maalesef çift haneli, cari açık yüzde 6 civarında, özellikle özel sektörde döviz cinsinden olan borçlarımız üst sıralarda. Masanın üzerindeki risklere bakıldığı zaman, talebe dayalı yüksek büyüme iştahımızın yukarıda olduğu bir konumumuz var. Oysa katma değer üretimlerinin daha yüksek olduğu, ihraç kalemlerinin geliştiği bir ekonomik büyüme kompozisyonunun Türkiye’nin büyüme menfaatleri açısından kritik olduğu kesin. TÜSİAD olarak seçimlerden sonra risklerin masada olduğunu söylüyoruz. Bunların hiçbiri tamamen çözülemez değildir.
Seçimden sonra ekonomi yönetimini Erol Bilecik’e devredecek olsalar, ne yapardınız?
Erol Bilecik’ten çok TÜSİAD olarak görüşümüz son derece net. Biz üç ana kavramın oturmasını istiyoruz. Bunlardan biri, sürdürülebilir ekonomik istikrar ortamıdır. Bunun için de vergi, istihdam, dijital dönüşüm ve eğitim konusunda reform maddelerinin derhal uygulanması; güvenin tamamen dengelendiği bir atmosferin ortaya çıkması; harcama ekonomisinden vazgeçilmesi ve OHAL’in kaldırılması gerekir. Demokratikleşme ve özgürleşmenin genişletilmesinin hem ekonomiye hem de sosyal kalkınmaya muazzam derecede etkisi olur. Enflasyonun üzerine kararlılıkla gidilmesi gerekir. Arjantin’i bir kenarda tutarsam, gelişmekte olan ülkelerde bizimki gibi çift haneli enflasyona sahip başka bir ülke yok. Yapısal reformları binlerce satırdan oluşan uzun metinlerle, orta vadeli kalkınma planlarıyla boğarak değil; 3-4 satırdan oluşan ve herkesin uzlaşabileceği basit bir şekilde masaya koyup hemen uygulamaya almak gerekir. Çok önemli bir belirsizlik var; cumhurbaşkanı adayları seçim sonrası ekonomiyi kimin yöneteceğini açıklamış değiller. Ekonomide güven çok önemli. Bu anlamda ekonomiyi yönetecek olan kişiler önemli.
‘YENİ BİR YAPISAL DÖNÜŞÜM PROGRAMI GEREKİYOR’
Kemal Derviş’in ekonomi programının Türkiye’ye mali disiplin getirdiği söylenir...
İşin zemini değişti. 2002’den farklı, yeni bir periyottan bahsediyoruz. Geçmişte dünyada paranın bol, faizlerin son derece düşük olduğu bir atmosfer vardı. Şimdiyse, özellikle gelişmiş ülkelerde faizlerin fevkalade yüksek, paranın yönünün tamamen oraya doğru hareket ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Uygulama yöntemi ve söylem biçimi olarak hâlâ eski kurallarla bir çözüme varmaya çalışıyoruz. Öncelikle bunun değişmesi gerek. Bugün ekonomimizde yüksek tecrübeye sahip değerli isimler var; Sayın Mehmet Şimşek, Sayın Naci Ağbal, Sayın Nihat Zeybekci... Seçimlerde kim yarışı önde bitirirse mutlaka siyasi liderler kendi ekiplerinden bir Kemal Derviş bulacaklardır.
Peki yeni bir yapısal dönüşüm programına ihtiyaç var mı?
Yüzde yüz var. Faizlerin yüksek ve paranın yönünün gelişmekte olan ülkelere aktığı ve bizim de bu konjonktürden negatif düzeyde etkilendiğimiz bir gerçek var. Buna göre yeni bir yapının ortaya konulması gerekiyor.
Hükümetin açıkladığı sanayi teşvik paketleri var...
2009-2018 yılları arasında toplam büyüme rakamımız "7" civarında. Baktığınız zaman “7” müthiş bir rakam ama istisnasız sürekli teşviklerle desteklemişsiniz. İnanın burada bir ironi var. Sürekli teşviklerle desteklenmesindense sürekli reformlarla desteklenen bir ekonomimiz olsa şu an durum daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum. Hâlâ da olabilir; enseyi karartmamak lazım.
‘ESKİ TÜRKİYE-YENİ TÜRKİYE TARTIŞMASI VAKİT KAYBI’
Eski Türkiye – Yeni Türkiye tartışması malum... Bu anlamda “TÜSİAD eski Türkiye’yi temsil ediyor” yorumlarına ne dersiniz?
Bu tartışmaların vakit kaybından öteye gittiğini düşünmüyorum. Gerek Türkiye için gerekse dünyada değişim ve yarış o kadar muazzam noktaya gelmiş ki eskiyeni tartışmasından öte artık teknolojik dönüşümün ön planda olduğu yepyeni bir yapılanma var. Bizim bunu kovalıyor olmamız gerekiyor. İyi eğitimli, sanayide yenilikçiliğe açık bir yeni dünya var. Dünyada ‘big data’,‘blockchain’ konuşulurken bizim de bunları konuşuyor olmamız gerekiyor.
TÜSİAD olarak sürekli AB üyeliğinin önemine dikkat çekiyorsunuz ama şu an AB ile ilişkilerin neredeyse donma noktasına geldiği bir süreç yaşıyoruz. Kabahat daha çok hangi tarafta ve ne yapılmalı?
Kabahat demeyelim ama her tarafın bir miktar hatası oldu. AB üyelik müzakerelerinin devamı bu ülkenin en önemli itici gücü olmuştur. Sadece ekonomide değil, demokratik, sosyal kazanımlarımız da hep bu döneme denk geldi. AB ile ilişkilerde şu an gerçekten en dip noktaya gelmiş vaziyetteyiz. En son yapılan Varna görüşmelerinde en azından geriye adım atılmadı ama zaten en dipteyiz, bu çok net. Buna ilişkin Sayın Cumhurbaşkanı’nın iyi mesajlarını almış olsak da bu anlamda çok önemli atılımlar yapamadığımız da ortada. Artık AB üyeliği müzakerelerinde ve demokratik anlamda atağa kalkan bir Türkiye olması şart. Avrupa Parlamentosu’nun son ilerleme raporunun dili çok sertti ancak önemli işaretler vardı. Rapordaki her satıra hak vermek mümkün olmayabilir ama özeleştiriye açık olmalı ve yapıcı havayı öne alacak şekilde gerçekçi bakmamız lazım. Neredeyse 20-25 madde OHAL’e bağlanmış vaziyette. Bunu yok sayamazsınız. ‘Türkiye’nin bu anlamda hiçbir kaybı yok’ dediğiniz zaman gerçeği ifade etmemiş olursunuz.
‘ANADOLU ROCK SEVERİM’
Gitar çalıyormuşsunuz, son dönemde devam ediyor mu?
Lise yıllarımdan bu yana devam ettiğim bir alışkanlığım; çok sevdiğim, kendimi iyi hissettiğim bir mecra. Ancak son zamanlarda böyle bir şeye vakit ayıramıyorum. Anadolu rock severim. 68 kuşağının tamamı benim gözde sanatçılarımdır. Cem Karaca, Barış Manço, Dadaşlar...