Erol Bilecik


İşlem Durum Simge - Process Status Icon
Popup Close
Erol Bilecik
Erol Bilecik Biyografi

TÜSİAD

Konuşmalarım


Küresel Risk Raporu Lansman Toplantısı Açılış Konuşması, 06.04.2018





Değerli Konuklar, Değerli Basın Mensupları,

Sizi, şahsım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

TÜSİAD olarak, Marsh & MacLennan Şirketler Grubu’nun işbirliği ile 2018 yılı Küresel Risk Raporu’nun tanıtım toplantısını yapmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.

Bu yıl, 13.’sü yayınlanan ve birazdan burada tanıtılacak olan rapor, dünyayı bekleyen en önemli riskleri ele alıyor ve bu risklere bağlı potansiyel faktörler hakkında farkındalık yaratılmasını amaçlıyor.

13 yıldır rapor her sene, olasılığı ve etkisi en yüksek ilk on küresel riski belirliyor. Rapor, bu riskleri ekonomik, çevresel, jeopolitik, toplumsal ve teknolojik olarak kategorilendirerek risklerin haritasını çıkarıyor. 2018 Raporu’nda, gerçekleşmesi muhtemel en yüksek ilk üç risk olarak, “olağanüstü hava koşulları, doğal afetler ve siber saldırılar” yer alıyor. Bugünkü etkinliğimizde “İklim ve Çevresel Riskler” ve “Siber Risk” başlıklı iki panel ile bu konuları detaylı olarak değerlendireceğiz.

TÜSİAD’ın da bu konularda önemli çalışmaları var. Hep söylüyorum, dünya artık küçüldü. “Oralarda” olan her şey artık “buraları” da doğrudan etkiliyor. Dolayısıyla izninizle ben, raporda yer alan ekonomik risklerden ve bunların Türkiye yansımalarından bir miktar bahsetmek istiyorum. Risk haritası varken, yol haritanızı yani rotanızı belirlemek daha kolaydır. Rapor ışığında, Türkiye’nin rotasına birlikte bakalım.

Değerli Konuklar,

Küresel büyüme yeniden canlanmaya başladı. Hala kriz öncesine göre bir miktar yavaş olsa da, daha dengeli ve dünyanın hemen her bölgesine yayılan bir büyümeden söz edebiliyoruz. Bu canlanmayla beraber, Avrupa ve Amerika ekonomilerinde de normalleşmenin başladığını gözlemliyoruz. Nitekim Amerika’da, potansiyelin üzerinde devam eden büyüme ile işsizlik %4 civarına indi. Avrupa’da ise kriz öncesi seviyelere geri dönüldü.

Gelişmiş ülke para politikaları hızla normalleşirken, sermaye akımları gelişmekte olan piyasalardan hızla çıkıyor. Bunun, küresel büyüme için en önemli risk olduğu uzun zamandır konuşuluyordu. Bu riskin hala var olmasıyla beraber, Amerikan Merkez Bankası Fed şu ana kadar oldukça ılımlı bir faiz politikası yürüttü ve piyasaların beklentilerini başarılı şekilde yönlendirebildi.

Bu sayede, gelişmekte olan ülkeler, gereken tedbirleri alabilmek ve yeni ortama uyum sağlayabilmek için zaman kazandılar. Bugün bu ülkelerin çoğunluğunda, enflasyon oranları %5’in altında seyrediyor ve kur hareketleri nispeten istikrar kazanmış durumda. Ancak, yüksek borçluluk oranları bazı ülkelerde hala risk oluşturmaya devam ediyor.

Küresel büyüme açısından bir diğer risk unsuru ise, korumacılık ve ticaret savaşları. Gelişmiş ülkelerde, seçim kampanyalarında sıklıkla yabancı düşmanlığı ve ayrımcılığa varan ürkütücü ve kabul edilebilir bulmadığımız söylemler yer aldı. 

Hatta bu ifadeler, maalesef kendilerine parlamentolarda önemli bir temsil gücü buldular. Hatta, kimi ülkelerde iktidara gelmeyi bile başardılar. Serbest ticarete karşıt söylemler ve uluslararası siyasi ve ekonomik gerginlikler, küresel büyümenin sürdürülebilirliğinin önünde önemli bir risk oluşturuyor.

Geçtiğimiz yıllarda bu söylemler giderek artarken, özellikle son dönemde ticaret savaşları ve olası etkilerini de tartışmaya başladık.

Amerika’nın,

  • Trans Pasifik Ortaklığı’ndan çekilmesi,
  • Transatlantik Ticaret ve Yatırım anlaşmasının rafa kaldırılması,
  • Ve gümrük vergileri ile getirilmeye çalışılan yaptırımlar,

küresel ticarette yeni bir dönemin başladığına işaret ediyor ve siyasi riskleri de beraberinde getiriyor. Bu politikalar, ticaret savaşlarını ateşler mi bilemeyiz. Ama bu kararların tarihteki yerinin hiç de övgü dolu olmayacağından emin olabiliriz.

Korumacı tedbirler karşılıklı olarak alınmaya başladığında, konu, geri dönülemeyen bir sarmala dönüşebilir. Bu durum, ekonomiye zarar verici noktalara çok hızlı bir şekilde ulaşma potansiyeli taşıyor. Dünya ekonomisi daha önce de, zaman zaman bu tür dönemlerden geçmiştir. Ama küreselleşme, kendini onararak ve eksiklerini gidererek bir şekilde hep devam etmiştir.

Bugün artık teknoloji, eskiye göre çok daha hızlı gelişiyor. Dijitalleşme, baş döndürücü bir hızla sınırları ortadan kaldırıp tüm dünyayı sarıyor. Dolayısıyla günümüzde, korumacı politikaların sürdürülebilirliği gerçekçi ve inandırıcı değildir.

Küreselleşmenin eksikleri olduğu, daha iyi yönetilmesi gerektiği, uluslararası kurumların kendilerini ve vizyonlarını yenilemeye ihtiyaçları olduğu bir gerçek. Küreselleşmede almamız gereken daha çok yol var. Ama “güzel günler, zorlu duraklardan geçer.” İki seçeneğimiz var. Kötümser olup vazgeçebilir ve daha kötüsünün gerçekleşmesine yardımcı oluruz. Ya da iyimser olup var olan fırsatları yakalar, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye yardımcı oluruz. Fazla seçeneğimiz yok.

İçinden geçtiğimiz bu zorlu dönemde içe kapanmacı, korumacı politikalar sorunlarımızı çözmez, tersine derinleştirir. Başkalarının bu politikalara eğilim göstermesi bizim de aynı şeyleri yapmamız gerektiği anlamına gelmez. Çoğunluğun dediği her zaman doğru değildir. Çoğunluk her zaman haklı olsaydı, dünya hep aynı kalırdı. Tersine; daha fazla işbirliği ve diyalog, küresel bazda ortak refahımızı artırmak için en iyi yoldur.

Korumacılığın ve radikal eğilimlerin yükselttiği tansiyonun, iyi yönetişim ve diyalog yoluyla bertaraf edilmesi tüm tarafların menfaatine olacaktır.

Değerli Konuklar,

Küresel ekonominin canlanmasıyla 2017 yılında, Türkiye ekonomisinde %7,4 ile son dört yıldaki en yüksek büyüme oranını elde ettik. İhracat güçlü bir şekilde arttı. İçeride alınan talep artırıcı önlemler, tüketim kanalından büyümeye katkı sağladı. Yatırımlardaki artış ise geçmiş yıllarda olduğu gibi inşaat ağırlıklı olarak gerçekleşti.

Yüksek büyüme oranını konuşurken,  bunun getirdiği riskleri de tartışmamız gerekiyor. Kredi Garanti Fonu ve vergi indirimleri gibi politikalar, hem enflasyon oranında hem de dış borcumuzda artışa neden oldu. Bu açıdan, yüksek büyüme, finansal kırılganlıklarımız üzerinde maalesef artırıcı bir etki yarattı. Doğrudan yabancı yatırımların zayıf seyrettiği, sıcak paranın da artık gelişmekte olan ülkeleri çok daha riskli görmeye başladığı bir dönemden geçiyoruz.

Böyle bir ortamda, para politikalarının ve mali politikaların enflasyonu düşürücü yönde çalışması, yatırımcıların finansal istikrarın sağlanacağına dair inançlarının güçlendirilip güvenlerinin kazanılması son derece kritik hale geldi. Büyüme arttıkça Türkiye’nin dış finansman ihtiyacının da arttığını, dolayısıyla, yüksek büyümenin bir maliyeti olduğunu unutmamalıyız. Bu maliyeti nasıl düşürebiliriz? Hem yüksek, hem de sürdürülebilir büyümeyi nasıl başarabiliriz? Bunun cevabı çok net: Reformlarla!

Bu sene reformlarla, ekonomide verimliliği artırmalı, ekonomimizi daha üretken, daha yüksek katma değer üreten, küresel değer zincirlerinde daha yukarılarda yer alan bir konuma ulaştırmalıyız.

Ekonomide bir “büyüme” var, bir de “kalkınma”. Büyüme başka şey, kalkınma başka. Ekonomik büyüme, ekonomik kalkınma için gereklidir ancak yeterli değildir. Büyümenin de ötesinde gerçek anlamda kalkınmak istiyorsak, hukuk sistemi başta olmak üzere kurumlarımızı güçlendirmeli, eğitim öncelikli olmak üzere geleceğimizi inşa edeceğimiz alanlarda hızla gerekli reformları yapmalıyız.

Değerli Konuklar,

Dijitalleşme, burada en önemli başlıklardan biri. Dijital iletişimin hızla yaygınlaştığı bir dönemdeyiz. Yeni teknolojileri hem özel hayatımıza, hem de iş hayatımıza entegre etmeye çalışıyoruz. Bir yandan da, bu teknolojilerin beraberinde getirdiği yeni çağ riskleri ile tanışıyoruz.

Eskiden televizyonda milyon dolarlık zararlara neden olan doğal afetlerin haberlerini görürdük. Şimdi onların yerini, zararları yine milyon dolarlarla ifade edilen siber saldırıların, kimlik dolandırıcılığının ve veri hırsızlıklarının haberleri almaya başladı. Teknolojinin sunduğu yeniliklerin ve kolaylıkların yanı sıra, yeni güvenlik ve gizlilik sorunlarını da yaşamaya başladık.

Sürdürülebilir bir büyüme için, iş yapma kolaylığımızı ve verimliliğimizi artıran sistemlere entegre olmamız gerekiyor. Bunu gerçekleştirirken,  bu sistemlerin işleyişi ve riskleri hakkında bilgimizi de artırmalıyız. Böylece, teknolojinin faydalarını ve risklerini iyi değerlendirip dijital çağa ayak uydurabiliriz.

Değerli Konuklar,

Konuşmamın başında da ifade etmiştim: Bugün tanıtımı yapılacak olan raporda, gerçekleşme olasılığı en yüksek riskler arasında “iklim değişikliği ve çevresel etkilere bağlı riskler” ön plana çıkıyor. İklim değişikliği ve hızla artan doğal kaynak kullanımının doğurduğu risklerin küresel ekonomiye etkilerini, her geçen gün daha fazla hissediyoruz.

Doğal kaynakları düşünmeden kullanmak gibi bir lüksümüz olamaz. Hem ekonomide, hem doğada “geri veremeyeceğini almak, çalmaktır”. Konunun artık, çevresel boyutlarının yanı sıra ekonomik ve sosyal unsurları itibarıyla da ele alınması gerektiği aşikar. Ekonomik gelişmenin en düşük sera gazı salınımı ile sağlanmasını temel alan “düşük karbonlu kalkınma” yaklaşımı, iklim değişikliğiyle mücadelede en önemli araçlardan biri. 21. yüzyıl için öngörülen ekonomik dönüşüm politikaları, artık iklim değişikliği ile mücadele ve düşük karbonlu kalkınma gibi perspektifler göz önünde bulundurularak oluşturuluyor.

Biz de, TÜSİAD olarak, ülkemizin iklim değişikliği ile mücadele konusunda ulusal politikalarını oluşturmasını ve uygulamasını destekliyoruz. Bu konudaki görüş ve önerilerimizi geçtiğimiz yıl hazırladığımız “İklim Değişikliğiyle Mücadele Alanında TÜSİAD Tutum Belgesi” ile ortaya koyduk.

Türkiye ekonomisinin sektörel ve küresel rekabet gücünü koruması için, düşük karbonlu kalkınmanın sunduğu fırsatları artık daha ciddi bir şekilde değerlendirmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bugünkü panelde, bu konunun da detaylı bir şekilde ele alınacağına eminim.

Sevgili Konuklar,

Sözlerime son vermeden önce sizlere katılımınız için teşekkür ediyorum. Elbette, bizlerle değerli düşüncelerini paylaşacak tüm davetli konuşmacılarımıza ve panelistlerimize de çok teşekkür ediyorum.

Küresel Risk Raporu’nun ülkemizde risk algısı ve bunun yönetimine ilişkin farkındalığa katkı sağlaması temennisiyle hepinizi bir kez daha TÜSİAD Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyor, verimli bir etkinlik olmasını diliyorum






Longplay Dijital Ajans Hizmetleri